30 Nisan 2014 Çarşamba

FARKINDALIK TERAPİSİ 2

      Farkında mısın?
      Benlik duygusu tamamen egonun seni kışkırtmasıdır. Ego ise şeytanın en sadık hizmetkarıdır unutma. Sen her şeyi ben yapıyorum diyorsun ya, işte burada tamamen bir yanılgıdasın da farkında değilsin.
      Niye mi?
      Çünkü, yaşamda olup biten her bir şey Allah'ın yüce iradesi ve emri sayesindedir. Sen, her şeyi Rabb'inin izni ile yapa bilmektesin. Buraya dikkat et! Yapmaktasın demiyorum, yapa bilmektesin diyorum. Çünkü yapan sen değilsin, aslına bakarsan yapabilen de sen değilsin. Yapan da, yaptıran da Allah'tır unutma!
      Öncelikle seninle benliği aradan çıkarmamız gerekir. Ancak bu sayede gerçeği idrak edebilirsin. Gerçek olanın ne olduğunu mu soruyorsun? Demek ki sen hala dışarıyla ilgileniyorsun dikkat et! Anlamanı isterim ki, tek gerçek Allah'tır, Allah'ı hissetmek, yaşamaktır. O'nu hiçbir şeyden ayrı düşünemeyeceğin gibi, hiçbir olguyu veya düşünceyi de Allah'tan ayrı düşünebilmek mümkün değildir.
      Dışarıya değil, içine bak. İçindeki özünü bul ve gerçeği hisset. Yaşama sebebini, hayata gönderilme nedenini idrak et. Zihninin ve akabinde egonun seni yönetmesine izin verdikçe yaşamın bir zindana dönecektir unutma. Sen ruhsal bir varlıksın, zihninin oyunları ile bir yere varamazsın.
      Şimdi dilersen seninle benliği aradan çıkarman için küçük bir terapi yapalım;
      Her ne yapıyorsan bırak ve beni çok iyi dinle.
      Oturuyorsan eğer ayağa kalk ve yürü. Bunu yaparken de; " Ben yürüyorum...ben yürüyorum...ben yürüyorum." Diye tekrarlamanı istiyorum.
      Şimdi de, varsa bir sandalye veya koltuğa otur ve; " Ben oturuyorum...ben oturuyorum." Diye bir kaç kez tekrarla...
      Nasıl hissediyorsun?
      Üzerinde anlam veremediğin bir ağırlık hissediyorsun değil mi? İçindeki benlik duygusu, sen farkında olmadan tüm negatif enerjiyi senin üzerine çeker dikkat et!
      Peki,  bu durumu nasıl engelleyeceğiz biliyor musun?
      Dinle;
      Şimdi, terapimizin diğer kısmına geçiyoruz.
      Biraz önce yaptıklarını farklı bir yöntemle deneyeceğiz...
      Yine yürümeye devam et ve bu defa; " Allah'ın izniyle, emanet beden yürüyor...Allah'ın izniyle, emanet beden yürüyor." Diye birkaç kez tekrarlamanı istiyorum.
      Bunu otururken, konuşurken veya her ne ile meşgulsen onu yaparken de uygulaya bilirsin.
      Mesela; " Allah'ın izni ile emanet beden oturuyor...veya  Allah'ın izniyle emanet beden konuşuyor... Diye tekrarla...
      Nasıl? Bu defa da üzerindeki yükün tamamen hafiflediğini hisediyorsun değil mi? Ve hatta için anlam veremediğin bir huzurla doldu senin, hissediyorum. Çünkü, benlik denen o kahredici kavramı alt üst ettin. Çünkü, yapanın da,  yaptıranın da Allah olduğunu idrak ettin, Her ne yapıyorsan, O'nun izni ile yaptığını anladın.
      İşte şimdi sen, zihnini, egonu ve en nihayetinde şeytanı şaşırtmayı başardın. Artık o sana hiçbir şey yapamaz. Artık sen, tamamen Rabb'ine amanetsin ve gerçeğin, Rabb'inin farkındasın.
      Burada farkındalık çok önemli. Zaten dikkat edersen her şey farkındalıkla başlar.
      Nasıl mı?
      Dikkat edersen, gün içinde sürekli bir şeyleri yapma ve bir an evvel bir şeyleri sonuçlandırma hali içindeyiz. Bir süreliğine de olsa, şöyle bir durup; " Şu an bana neler oluyor? Demek aklımızın ucundan bile geçmiyor. Hatta bu durumda " Kendimizden Uzaklaşma " halini yaşıyor, fakat " Kendimiz Olma " halinden uzaklaştırıyoruz. Ve haliye farkında olamıyoruz.
      Peki, farkında olmak neden bu denli önemli?
     Çünkü, gerçekten kim olduğunu ve hayatında olanların ne anlama geldiğini ancak kendin olduğunda fark edebilirsin. Örneğin, on yıl süren bir ilişkin birden bire bitmiştir ve sana; " Bu hale nasıl geldiniz?" Diye sorduklarında, sen de; " İnan, ben de bilmiyorum." Şeklinde yanıtlarsın. 
      Şimdi senin verdiğin bu yanıta sen, ne kadar inanıyorsun? Seni bilmem ama ben, on yıl süren bir ilişkinin böyle bir anda bitiyor olması bana çok da inandırıcı gelmiyor. Muhakkak ki, ilişki sürecinde bu aşamaya gelene dek bir çok işaret olmuştur fakat hiçbiri fark edilmemiştir.
      Benzer durumlarla karşılaşmamak adına, yapılacak tek şey farkında olmaktır. Farkındalığın  farkında olarak, sadece mevcut durumu ve hayatında olanları değil, ileride olacakları da önceden fark etme becerisi kazanabilirsin. Ama unutma ki, yine de olan biten her ne varsa tamamen Allah'ın izniyle gerçekleşmektedir.
      Haydi, şimdi derin bir nefes al ve bunu yaparken dahi Rabb'ini iliklerine kadar hisset. Bu kez, O'nun farkında olduğunu fark edeceksin !!!
      Dualarım seninle...

©Poweredby farkında mısın?® 2014™



BİR NİYETSİZ, BİR DE DUASIZ YÜREKLER ÜŞÜR.

      Niyet ve dua...
      İki rahmani kavramdır niyet ve dua... Bir şeye Allah'ın izniyle niyet  edersen eğer, bu niyet zaten bir duaya dönüşür. Duanda niyeti kullandığında ise, yüreğini eşsiz bir sıcaklık kaplar çünkü yüreğinde Rabb'inin rahmeti var. Ve sen bunu idrak etiğin için duayı ve akabinde niyeti yüreğinden eksik etmiyorsun.
      Buraya dikkat et! İstemek ve niyet etmek iki ayrı manadır. İsterken bunu kendi tasarrufun doğrultusunda yapmaktasın. Oysa ki niyet ettiğinde, bu durumu Rabb'ine arz etmiş ve O'nun rızası ile istemiş oluyorsun. Aradaki ince çizgiyi fark edebiliyor musun? Önceki makalelerimde de belirttiğim gibi, niyet rahmani, arzu işe şeytanidir. Bir işe başlamadan önce niyet etmiyorsan, o işte ne hayır vuku bulur, ne de bereket zuhur eder.
      Dua, Rabb'inle konuşmaktır. Dua derdini en yakın dostuna açmaktır. Dua, güvenmektir, istemektir, beklemektir. Sen, yüreğindeki rahmeti ve rahmetin sahibi Rabb'ini hissettikçe, niyetinin de, duanın da kabulü ile ilgilenmezsin. Çünkü bilirsin ki, kabul olsa da, olmasa da, her iki durumda da Rabb'in tecellisi var. Dua etmediğin zaman yalnızsın. Niyet etmediğinde ise sonuçsuz bir başlangıçtasın unutma! Sen dua ettikçe, dualarında Rabb'ini andıkça ve O'nun rızası için mutlak bir niyetle istedikçe ancak ve ancak Rabb'ine yakın olabilirsin. O'na en güzel isimleri ile dua et, O'nun o güzel isimleri ile niyet et. Rabb'in her daim senin dua etmeni ve her işinde O'nu vekil kılman için seni bekliyor. Unutma ki Allah, hiçbir kulunu çaresiz bir başına bırakmaz. Yeter ki kul istesin, yeter ki kul beklesin. Allah, yarana merhem olmak için kapını çalıyor da, sen zihnindeki gürültüden kapının sesini duyamıyorsun farkında mısın?
      Burada dikkat etmeni istediğim başka bir konu daha var. Benliğin tamamen aradan çıkarılması, her şeyin tamamen Allah'ın emri ve rahmeti ile olduğunun idrak edilmesi de başlı başına niyetin hayırlı yönde olduğunun bir göstergesidir. Bu uğurda yaptığın her bir şey, başlı başına bir duaya dönüşmektedir zaten. Yeter ki sen, yapanın da, yaptıranın da Rabb'inin iradesi ile olduğunu bil. Çünkü, senin kendi yaptığını sandığın her şeyi Allah'ın izni ile yapmaktasın. O, ol dediği için oluyor her şey. O, dur dese dünya dönmeyi bırakır unutma!
      Bana soruyorlar; Evden çıkarken, eve girerken veya bir işe başlarken hangi duaları etmeliyiz? Diye. Şunu bir kez daha hatırlatmalıyım ki, ben ne bir din adamıyım, ne de bir ilahiyatçı. Ben tamamen yapılanı aşkla yapmaktan yanayım. Benim amacım farkındalık. Bu yüzden bu sorulan sorulara verdiğim en iyi yanıt, hissederek dua etmektir. Evden mi çıkıyorsun? " Rabb'im, senin rızan için ve senin izninle evimden çıkıyorum, sen hayırlı işlerle meşgul eyle ve hayırlı insanlarla karşılaştır." De. Bir işe mi başlamak üzeresin? " Allah'ım, senin rızan için bu işi yapmaya niyet ettim, sen bana hayrını nasip et Rabb'im." De ve bırak. Artık üzerindeki tüm yükü Rabb'ine bıraktın. O, isteğini hayırlısı ile yerine getirecektir.
      Daima anımsa; Niyetsiz ve Duasız isen, her daim kendini yalnız hissetmeye mahkumsundur...
      Dua ile...

©Poweredby farkında mısın?® 2014™

farkindamisinsufi@outlook.com

   

29 Nisan 2014 Salı

ÇARESİZSENİZ, ÇARE SİZSİNİZ...


      Çare...
      Bir sıçrama tahtasıdır çare. Köşeye sıkışıp başka çaren kalmadığında, bir anda çözümün kendisi olduğun bir durumdur. Oysa ki çözüm sen değilsin. Çözüm; Seni sen yapan rahmet, rahmeti rahmet yapan Rabb'indir. O'nun iradesi olmasa, ne çaresizlik vardır, ne de çare...
      Her soru, kendi cevabını doğurur. Her sıkıntının ardında, muhakkak rahmet bulunur. Unutma! Gecenin en zifiri olduğu anda güneş doğar. Ve her kış, bahara erişmeye gebedir. Demek oluyor ki, her şeyi yoktan var eden Allah, ne kimsenin kaldırabileceğinden fazla yük vermiştir, ne de tabiata aykırı bir düzen getirmiştir. Öyle bir döngüdür ki yaşam, akıl ermez bir denge ve muntazam bir diziliştir. Gece ve gündüz, yaz ve kış, sıcak ve soğuk gibi daha bir çok kavram tamamen Allah'ın muhteşem idaresi ve rahmeti sayesindedir. Bir de insanı yaratmıştır ki Allah, tüm kainatı insanın içine gizlemiştir de insan bunun farkında değildir. Oysa ki bir idrak edebilse ne denli değerli bir varlık olduğunu, her daim Rabb'ine şükretmekten alamaz kendini.
      Çaresiz kaldığın her an, çareyi kendinde ara. Çünkü çaresizlikle seni sınayan Rabb'in muhakkak ki çareyi de senin içine, özüne bırakmıştır. Yeter ki sen inan, yeter ki sen içine bir bak ve unutma ki, Allah'tan umut kesilmez. Burada önemli olan, çaresiz olduğunda çareyi düşünmek değil de, çaresiz olmadığını idrak edebilmektir. Sen olumsuzluğa odaklanırsan, olumsuzluk asla peşini bırakmaz. Sen huzuru hedef alırsan, huzurlu bir ömür süreceğin kaçınılmazdır. Demek ki, çaresizlik de, çare de tamamen senin elinde.
      Yüreğinden geçirdiğin niyete göredir yaşamın. Buraya dikkat et! Niyet diyorum, arzu demiyorum. Çünkü rahmani olan niyettir, şeytani olansa arzu. Sen, özündeki rahmeti her daim hissederek istersen Rabb'inden, hem O'nun rızasını almış olursun hem de isteğinin hayrını görürsün Allah'ın izniyle. Her şeyin hayırlısını istemek ve akabinde Allah'tan her gelene razı olmak mükemmel bir teslimiyet ve muhteşem bir inanç duygusudur. Çünkü Allah, hiçbir kulunu çaresiz ve darda bırakmaz. Önüne koyduğu her kapının anahtarını kulunun eline vermiştir, fakat kulu bunu görememekte ısrar eder ve çareyi dışarıda, başkasında arar. Oysa ki bilse ki tek çaredir Allah, işte o zaman çarenin kendi yüreğinde gizli olduğunu görecektir.
      İnsan, en çaresiz kaldığında çareler türetir ya da yüreğindeki ilhamı en yoğun yaşadığında cesaret bulur. Kıbrıs savaşında bir askerin, çıkması mümkün olmayan bir tepeye tankı çıkarıp düşmana ateş açması da, yine bu gibi durumlardan sadece biridir. Bir örnek daha vermek gerekirse; Bir kurbağa yaralanır ve yoldaki bir çukurun içine düşer. Tüm çabalarına rağmen bir türlü dışarı çıkmayı başaramaz. Derken birden bire bir gürültü duyulur ve bir kamyon hızla çukura doğru yaklaşmaktadır. Kurbağa çaresiz bir şekilde ne yapacağını şaşırmış bir vaziyettedir. Kamyonun tekerleği tam çukura gireceği sırada yaralı kurbağa son bir hamle yapar ve çukurdan çıkmayı başarır. Durumu anlatmış olduğu arkadaşları, bunu nasıl başardığını sorduklarında, yaralı kurbağa; Çıkmak zorundaydım, başka çarem yoktu. Der. Unutma ki, Bir şeyi gerçekten istiyorsan ve inanıyorsan, bir yolunu mutlaka bulursun.
      Çok sevdiğim bir yazı dizisini seninle paylaşmak istiyorum; 
Sular Yükselince, balıklar karınca yer.
Sular çekilince de karıncalar balıkları...
Kimse bu günkü üstünlüğüne ve gücüne güvenmesin.
Çünkü, kimin kimi yiyeceğine, suyun akışı karar verir.
Düşün; 
Kim üzebilir seni senden başka?
Kim doldurabilir içini sen istemezsen?
Kim mutlu edebilir ki seni, sen hazır değilsen?
Kim yıkar, yıpratır seni, sen izin vermezsen?
Kim sever seni, sen kendini sevmezsen?
Unutma! Her şey senle başlar, sende biter...
Yeter ki yürekli ol. Tükenme, tüketme, tükettirme içindeki yaşama sevgisini...
Daima anımsa; " Çaresizseniz, Çare Sizsiniz..."
      Dua ile...



25 Nisan 2014 Cuma

FARKINDALIK TERAPİSİ...


      Farkında mısın?
      Zihin her daim yanıltır seni, sıkıntıyı sıkıntı, dertleri ise dert olarak gösterir ve her daim hatırlatır sana, oysa sıkıntıya değil de, sıkıntının ardındaki hediyeye odaklanırsan, huzuru hissedeceksin...
      Unutma ki, bizler ruhsal varlıklarız...Zihin ve beden fanidir ve biz ahir zamana göç ederken, yanımızda sadece ruhumuzu götüreceğiz. O halde zihnini çıkar aradan ve ruhunu hisset.
      Nasıl mı?
      Dilersen, zihnini nasıl susturabileceğini sana göstermek isterim.
      Günün yoğunluğu içinde, zihin sürekli seni yorar ve yorgunluk kavramı zaten tamamen zihnin bir ürünü, akabinde hatalı bir programıdır. Biri sana hakaret ettiği zaman dahi, seni haklı çıkarmak için seni konuşmaya ve karşı tarafa hakaret etmeye yönlendirir. Bunu yapan egondur unutma!
      Şimdi zihnini susturma kısmına geçelim;
      Sana biraz komik gibi gelebilir ilk başta ama etkisini sezince beni çok daha iyi anlayacaksın!
      Al zihnini karşına ve ona de ki;
      Hadi konuş zihnim, sürekli beni doldurup duruyorsun, şöyle yap, böyle yap diye...
      Evet izin veriyorum ve seni dinliyorum...
      Şimdi konuş hadi...
      Ne diyor zihnin?
      Sustu değil mi?
      Şaşırdı çünkü, bu ana dek o seni yönetiyordu ve şu an yönetimi sen devralınca afalladı...
      Daima anımsa; sen sustuğunda melekler konuşmaya başlar...Seni kıran ve hakaret eden biri karşısında sen sadece sus ve gülümse...evet gülümse...senin yerine melekler o kişi ile konuşur ve sana dua ederler...Bu gibi durumlarda dışarıyı bırak ve o an hemen içine dön ve özünü bul. Orada Rabb'inin rahmetini hissedeceksin...Ve sen sustuğunda huzuru her yerinde hissedeceksin...
      Burada, ikinci kısma bir geçiş yapabiliriz seninle... ( Bu arada umarım okurken sıkılmazsın )
Şu an her neredeysen ve her ne ile meşgulsen bırak...
      Sadece etrafına bir bak...
      Mesela ağaçları izle...
      Yaprakların kıpırdamasını incele...
yaprağın üzerindeki Allah'ın kıpırda emri olmasa, o yaprak kıpırdayamaz...
sonra gelip geçen insanlara bir bak...
yürüyorlar, konuşuyorlar vesaire...
      Rabb'in yürü demese yürüyemezler değil mi? Sus dese konuşamazlar bile...
her bir nesne ve varlığın üzerinde Rabb'in emri, rahmeti vardır.
      Yanında bir ayna varsa eğer hemen aynaya bakmanı öneririm...
yüzüne bir bak, elinle burnuna dudaklarına, gözlerine bir dokun...Allah'ın izlerini fark edeceksin ve bunu belki de ilk defa hissedeceksin...ne muntazam bir eser yaratmış değil mi?
      Şimdi Rabb'ini ve farkındalığı çok daha net algıladığını seziyorum.
      İyi ya da kötü, inanan veya inanmayan her insan Allah tarafından yaratılmıştır ve Allah her kulunun yüreğine rahmetini bırakmıştır. Amacım, sende zaten var olanı hatırlatmak. Çünkü o zaten sende var. Bu arada sen, Allah'tan bir parçasın...O, seni kendi ruhundan yarattı unutma...
      Her hareketinde ve hatta her anında O'nu anımsa...Ve unutma ki yaşam boyunca her daim imtihan içindesin ve Allah, başına gelen her sıkıntının ardına muhakkak bir hediye saklar. Sen sıkıntıyı değil, hediyeyi gör...Bak bakalım sıkıntı sana zarar verebilecek mi?
      Hala nefes alabiliyorsan seni Yaratana teşekkür et...
      Farkında mısın? Görüyorsun, duyuyorsun, konuşabiliyorsun ve hissedebiliyorsun... Bunlar sana sunulmuş muntazam nimetler...Tüm bu sahip oldukların için şükretmelisin...Ancak bu sayede onların değerini hissedeceksin... Bu güne dek hiç düşünmüş müydün bunları? İşte Farkındalık burada devreye giriyor.
      Bu arada tekrar yinelemeyi uygun bulduğum bir hatırlatma yapmak isterim;
      Ben ne bir din adamı, ne ilahiyatçı, ne de kişisel gelişim uzmanıyım... Sana dini anlatmak gibi bir niyetim yok, olamaz da...Amacım sadece farkında olman, sen olman ve her neredeysen, o an orada olman!!! Çünkü bedenin her nerede ise, aklın, kalbin ve ruhun orada olamayabiliyor her zaman. Sen pc başında belki de mesleğini icra ediyor olabilirsin...Zihin seni otomatikleştirmiştir ve farkında olmadan yaptığın işi gayet iyi bir şekilde yapabilirsin fakat aklın sürekli başka yerde, sınavlarda, ödemelerde, akşam yemeğinde vesaire...
      Peki şimdi ne oldu? Her ne ile ilgileniyor ve her ne yapıyorsan ondan birşey anladın mı? Yağmurlu bir günde, bir mekana girerken ayakkabılarını ve şemsiyeni dışarıda bırakıp içeri girdin diyelim... Aradan kısa bir süre geçti ve ben sana dedim ki; Şemsiyeni ayakkabılarının sağına mı yoksa soluna mı bıraktın? Ne yanıt vereceksin?...Her gün yürüdüğün yolda hangi mağazalar var desem, cevabın ne olacak? Kabul et ki, her zaman olduğumuz yerde olamıyoruz maalesef. Çünkü farkında değiliz. Çünkü o an orada değiliz...
      Evet...
      Şimdilik burada bir son vermek istiyorum müsadenle...En güzele, en sevgiliye, en yakın dostumun davetine gitmeli ve akabinde hazırlık yapmalıyım...İçim kıpır kıpır oluyor O'na gideceğim, O'nunla buluşacağım her an...Eşsiz bir huzur kaplıyor ruhumu, benliğimi..
      O, kim mi?
      O, Rabb'im...
      Bu güne dek hep Allah'tan korkutuldun değil mi? Allah seni yakar, seni taş keser, günah yazar, cehenneme atar vesaire...Oysa Allah, seni sevgiden, aşktan yarattı. Şimdi sorarım sana, Korkunun olduğu yerde sevgi olur mu? Yakınlık bulunur mu? O halde Allah'tan korkma...O'nu sev, O'na yaklaş ve her daim O'nu hisset.. Allah De, Ötesini Bırak...gerisini düşünme bile....O, her şeyi senin iyiliğin için halledecektir unutma!
      Daima anımsa; İşin Allah'a Kalmışsa, Olmuş Bil !!!
      Tekrar görüşmek dileği ile...
      Dualarım seninle...

24 Nisan 2014 Perşembe

ALLAH, KULUNUN ZANNI ÜZEREDİR...

      Zan...
      Bir iyiliğin üzerine olumlu inanç beslemek, güzel düşünmek ve akabinde Rabb'i güzel duygularla anmaktır zan. Kul Rabb'ini andıkça, Rabb'i kulunun her daim yanındadır. Burada önemli olan Rabb'i olumlu yönde anmak ve O'na yaklaşmaktır.
      Hz. Ebu Hüreyre ( r.a.) Anlatıyor: Resulullah ( s.a.v ) Buyurdular ; " Allah Teala Hazretleri diyor ki: Ben, kulumun hakkımdaki zannı gibiyim. O, benimle oldukça ben onunla bereberim. O, beni andıkça ben de onu anarım. O, şayet bana bir adım yaklaşırsa ben ona koşarak giderim. Kim bana şirk koşmaksızın bir arz dolusu günahla gelse, ben de onu bir o kadar mağfiretle karşılarım" [ Buhari, Tevhid 15;35 Müslim, Zikr 2, ( 2675 ) Tevbe1 ] . Hadise göre, Allah, kulun Allah hakkındaki zannına göredir. Yani Allah, kul ne şekilde tasavvurda bulunursa onu yapabilecek güçtedir. İbnu Hacer, bu ifadede kulu, Allah hakkında hüsnü zanda yani ümid içinde olmaya teşvik bulur. Kişi Allah'ın kendisini cezalandıracağını düşününceye kadar, affedeceğini düşünmesi daha muvafıktır.
      Her daim Rabb'i anmak, O'nu hissetmek ve O'nunla olmak, şüphesiz ki, amellerin özüdür. Allah, senin O'nu anmanı, hatırlamanı istiyor. Her bir işini O'nun rızasını alarak, mutlak bir niyetle yapmanı istiyor. İnsan, başıboş yaratılmamıştır ve insanın yaratılma gayesi zaten Yaradanına ibadet etmektir. Bunu hangimiz biliyoruz? Hangimiz bilip de idrak ediyoruz? Burada bilmek de, idrak etmek de yetersiz kalıyor, çünkü uygulamaya geçirlmeyen hiçbir bilginin yararı yoktur. Allah'ın varlığını bilmek, kul olabilmek adına yeterli değildir. Allah'a yakın olmak, O'nu anmak ve netice olarak Rabb'i hissetmek, yaşamak gerekir. Suyun da susuzluğunu giderdiğini bilirsin ama suyu içmezsen susuz kalırsın ve akabinde ölürsün. Demek ki, Allah'ı bilmekten ziyade O'nu güzel düşüncelerle, iyi niyetlerle anmalısın ki, sonsuz huzura eresin.
      Biraz daha derin bakarsan, tabiatta her bir varlıkta Rabb'in izleri zuhur eder. Çünkü yaratılan canlı veya cansız her bir varlıkta Rabb'in rahmeti tecelli eder. Hal böyle iken, Rabb'i hatırlamamak, O'nu anmamak mümkün müdür? Sen, gün içersinde kaç defa Rabb'ini hatırlıyorsun? Aslına bakılırsa hatırlamak sözcüğünü ben burada pek uygun bulmuyorum. Çünkü hatırlamak için önce unutmak gerekir. Rabb'i unutmak ise, ne dehşet ve utanç verici bir haldir. Sen, Rabb'ini her daim andıkça ve düşündükçe, unutma ki Rabb'in de her daim seni anmakta, seninle olmaktadır.
      Çoğumuz Rabb'i hatırlamak için sadece namaz vaktini bekleriz. Ancak, dua edeceğimiz zaman Allah'ı anarız. Oysa ki nefes aldığımız her bir an, Rabb'i hissetmek, tefekkür etmek ne güzel bir davranıştır ki kulluğu gerektiren asıl hal de budur. Davet ediyor Allah, kulum bana gel, ben de sana geleyim diyor. Ne güzel bir hissiyattır bu. Sen, Rabb'in için her ne düşünce besliyorsan, Allah da sana, senin O'nun hakkındaki zannın, düşüncelerinin derecesine göre davranır. Kaldı ki, Allah için olumsuz tek bir düşünce beslemek içten bile değildir.
      Sana mutlak huzurun sırrını vereyim mi? Gerçi bu bir sır olmamalı, çünkü bunu zaten herkes biliyor olmalı bence. Her bir hareketinde Rabb'ini düşün, her bir eyleminde O'nun rızasını al. Derdini ve / veya mutluluğunu O'na aç ve sadece O'nunla paylaş. Sonuç olarak yüreğindeki, bedenindeki huzuru fark edeceksin.
      Dua ile...


©Poweredby farkında mısın?® 2014™




   

AÇTIĞIN HER YARA'DAN, HESAP SORAR YARADAN...

      Yara...
      Telaffuz etmesi bile acıtır içini, düşünürken bile bir yerlerin kanar sanırsın. Gerek mecazi, gerekse gerçek anlamda olsun yara, her açıdan yaralar seni. Hele bir yara var ki, kapanması bir yana, hesabı oldukça güç bir yaradır. Ne mi? Elbette kalp yarası.
      Her şeyi yoktan var eden Allah; " Ben, ne arşa sığarım, ne kürsiye, ne de yeryüzüne. Ben, ancak kulumun yüreğine sığarım." Demiştir. Ve yine Rabb'im buyuruyor ki; " Ey iman edenler! Allah'ı çokça zikredin ve O'na sabah akşam tesbihte bulunun. ( Azhab 41 ) Demek oluyor ki, Müminin kalbi Allah'ın evidir, müminin kalbi Rahman'ın arşıdır ve müminin kalbi Allah'ın hazinesidir. Hal böyle iken, Allah'ın bulunduğu bir kalbi kırmanın netice olarak hesabı da elbette kolay değildir. Bunu düşünerek, bunun farkına vararak, iyi veya kötü hiçbir kişinin kalbini kırmamalı ve o rahmet dolu yüreğine yara açmamalıdır.
      Diğer makalelerimde de sıkça değindiğim gibi, hatırlamanı isterim ki, kalp kırılması diye bir şey yoktur. Kalp kırılmaz, kırılan egodur, nefistir. Çünkü, Rabb'in bulunduğu hiçbir yer kırılmaz, zarar görmez. Sen, kırana değil de, kırılana odaklandığın sürece acı hissetmeyeceksin. Sen kırıldığını sanıyorsun, bu yüzden acı çekiyorsun. Oysa kırılan egondur unutma! Birçok yerde okursun veya işitirsin; " Allah, kırık kalplerdedir." Diye. Burada anlatılmak istenense Allah, incinen, üzülen ve çaresiz olan kulunun her daim yanındadır.
      Rabb'in bile kuluna sonsuz değer verdiği, onu koruduğu ve sevdiği halde, sen kim oluyorsun da, Allah'ın himayesi altındaki kulunu incitiyorsun. Hiç düşünmez misin, bu halinle Allah'a şirk koşuyorsun ve ne denli günaha giriyorsun. Mazlum olan birine yaptığın bir kötülük veya üzücü bir hadisede, unutma ki Allah, bunu cezasız bırakmaz. Cezadan, hesaptan ve yaradan bahsederken amacım seni Rabb'den korkutmak, uzaklaştırmak değil asla. Tam aksine O'na daha da yakın olman için, O'nu hissetmeni istiyorum. Korkunun olduğu yerde sevgi olmaz, yakınlık olmaz. Ben sana Allah'tan kork demiyorum, aksine Allah'ı sev ve O'na yakın ol diyorum. Fakat unutmaman gereken bir durum var ki; Sevdiğin, değer verdiğin birini incitmek istemezsin değil mi? İşte, herhangi birini üzdüğün, kırdığın ve incittiğin zaman da, sevgiyi en çok hak eden, sevilmeye en çok layık olan Allah'ı incitmiş olacaksın.
      Günümüzde yapılan her tür hata veya yanlışın bir telafisi olduğu gibi, mutlak suretle bir de cezası vardır. Nasıl ki, trafikte yapılan bir hatanın cezası ve bunun telafisi olarak da ödemesi varsa, üzmenin ve incitmenin de telafisi af dilemektir. Hem Allah'tan, hem de üzdüğün kişiden özür dilemektir. Aksi takdirde hiçbir günah cezasız kalmayacaktır. Sen sen ol, kimseyi ama kimseyi incitme. Bu bir insan olabilir, hayvan olabilir veya bir çiçek olabilir, hiç fark etmez. İyi veya kötü, yaratılan her canlının özünde Allah vardır.
      Unutma! Hayatta hiçbir şey sahipsiz ve yalnız değildir. Canlı veya cansız yaratılan her bir varlığın Rabb'i vardır. Rabb'ine ait olanı incitmek istemezsin değil mi? O halde, daima anımsa; " Açtığın her yara'dan, hesap sorar Yaradan."
      Dua ile...

©Poweredby farkında mısın?® 2014™


23 Nisan 2014 Çarşamba

NİYET RAHMANİ, ARZU İSE ŞEYTANİDİR.

      Niyet...
      Karar vermektir niyet, başlamaktır. Kalbin yönelişi, tercihidir. Bu sebeple niyet, her şeyin özü ve başıdır. Amellerin ruhu, yaşamın anahtarıdır. Aynı zamanda niyet, bir bakıma bir duadır.Yapılan ibadetler, niyetine göre değer kazanır. Ve niyet, her şeyden öte, Allah'ın Rızasıdır. Hz. Peygamberimiz ( s.a.v. ); " Ameller niyetlere göredir. Her kul için niyetinin karşılığı vardır. Kimin hicreti Allah ve Resulü için ise, Allah ve Resulü için hicret etmiştir." Buyurmuştur.
      Niyetsiz yapılan ibadet, her ne kadar tek düze bir eylemden ibaret olsa da, Niyet etmeden başlanılan bir iş veya hareket de bir o kadar hayırdan uzak ve bereketsizdir. Her ne yapmaya karar verirsen ver ve her neye başlıyorsan başla, önce Allah'ın rızasını al ve O'nun izninle eyleme fikre ve akabinde eyleme dönüştür. Böylece Rabb'inin koruması ve rahmeti altında olur ve kendini güvende hissedersin. Fakat, çoğunluğun burada karıştırdığı veya yanılgıya düştüğü bir durum var. Toplum niyet etmiyor, arzu ediyor. Yapmak istiyor, almak istiyor, olmak istiyor vesaire... Verdiği kararları bile kendi tasarrufları doğrusunda gerçekleştirdiği için, bu kararda ve fikirde hayırdan ve bereketten zerre dahi bulunmuyor.
      Sen istersin, arzu edersin ve şeytan, sen buna karar verene ve yapana kadar seni kışkırtır. Çünkü Allah'ın ismini anmamış ve iznini almamışsındır. İsteğin her ne ise sürekli sana güzel ve ahenkli gösterir ve sen arzuna ulaşınca seni orada yapayalnız bir başına bırakır. Ve sen neler olduğunu bile anlayamaz, farkına varamazsın. Oysa niyet öyle mi? Rabb'ine mutlak bir tevekkülle sığınırsın, O'nun fikrini sorarcasına kararını verirsin ve gerisini Allah'a bırakırsın. Bilirsin ki O, hakkında hayırlı olanı sana verir. Mesela ben, evden çıkarken dahi niyet ederim. "Allah'ım, niyet ediyorum senin rızan için evimden çıkmaya. Beni, hayırlı işlerle meşgul et ve hayırlı insanlarla karşılaştır." Derim ve gerisini Rabb'ime bırakırım. Arabama binerken, kıyafetimi giyerken, hatta şu anda okumuş olduğun bu makalemi yazarken dahi ilk önce niyet eder, Rabb'imden hayrını isterim. Okuyanlar için hayra vesile olmayı ve onlara bu manada hizmet edebilmeyi dilerim. Sonrasında öyle bir huzur kaplar ki yüreğimi, yazmaya başlarken aklım da, ruhum da, kalbim de bir olur, dize gelir. Ve şunu da belirtmek isterim ki niyet, yürek işidir.
      İnsanlar her daim bir istek ve arzu içindedir ve haklı olarak ihtiyaçları bulunmaktadır. Yeni bir ev, araba ve hatta yeni bir yaşam tarzı, insanların neredeyse ortak dileğidir. Bunlara bırak sahip olmayı, isterken bile niyeti ve en nihayetinde Rabb'lerini unuturlar. İşte bu, şeytanın şarlatanlığından başka bir şey değildir. Sen, arzu ettikçe şeytanın elinden tuttuğunun farkında değilsindir. Oysa niyet ederek verilen her karar ve yapılan her bir eylem Allah'ın himayesinde olmak ve ona sarılmaktır. Çok sevdiğim bir söz var; " Allah'a sarılmazsan, şeytan gelip sana sarılır."
      Yapılan ameller ve ibadetlerde de niyet bir anahtar vazifesi görür. Rabb'e ulaşan kapıyı açmak için senin yüreğinde durmaktadır. Fakat sen farkında olmadığın için onu göremezsin ve hatta hissetmezsin. istediğin her ne ise, bunu dışarıda değil içinde, özünde aramalısın. Çünkü, her sorunun yanıtı ve her kapının anahtarı oradadır. Biraz daha derin baksan, mevcudiyetinin yegane nedenine ulaşacaksın ama sen, zihninin gölgesi ardında kalmışsın ve seni aydınlığın olan ruhunu hissedemiyorsun. Ruhun senin gerçeğindir, özündür. Ruhunu hissetsen kendini anlayacaksın. Kendini anlasan, Rabb'ini bulacaksın ve Rabb'ine kavuştuğunda ise, her bir fikrin ve her bir zikrin hep O'nun rızası için ve izni ile olacak. Bu nedenledir ki, niyet ettiğin sürece Rabb'inlesin ve niyet etmediğin kadar şeytanla birliktesin. İbadetler Allah için yapılır ve her bir ibadetin ardında mutlaka bir mükafat ve derece vardır. Hal böyle iken, Allah için yapılan bir amel, Allah'ın izni olmadan, O'nun rızası alınmadan yapılamaz. Aksi halde yapılan şey ibadet olarak düşünülemez. Çünkü, niyet ile yapılan her bir şey, başlı başına bir ibadet gibidir.
      Uyanık ol, farkında ol ve orada ol! Ve asla aklından çıkarma; Düşündüğün, istediğin ve yapacağın şeyin, kendin ve / veya başkaları için hayırlı olmasını istiyorsan önce Niyet et. Göreceksin, her şey çok daha güzel olacak.
      Dua ile...

©Poweredby farkında mısın?® 2014™


   

22 Nisan 2014 Salı

ÇIKAR BEN'LİĞİ ARADAN, İŞTE ORADA YARADAN...

   
  Benlik...
       İki farklı mana gizlidir bu kelimede. Bir yandan bencillik ve bireysellik anlamı taşırken, diğer yandan ise mevcudiyet ve varlık olarak kişisel bir kavramdır benlik. Adı üstünde, benlik. Bencillik gibi bireysel bir kavram benlik. Sen sensen, sadece kendinsin ve sadece kendinle ilgilisin. Sen ve ben ayrımı söz konusu iken, biz kavramı nasıl hasıl olabilir ki? Asıl mühim olansa, benlik değil, birliktirtir ve bunu idrak etmektir. İşte o zaman tüm kilitli kapılar açılır unutma!
      İnsan bedeni, insanın Rabb’ine ulaşması önündeki en önemli engeldir. Beden kaydıyla yaşayan insan, sahip olduğu üstün özelliklerini ortaya çıkartamayacak ve bunun sonucu yaşamı, bu dünyada ve öldükten sonra, cehenneme dönecektir. Bu nedenle oruç gibi kimi ibadetler, beden ve benlik kaydından arınma üzerine kurulmuştur. Ben'likten sıyrılma, Rabb'e yaklaşmak için bir anahtardır. Sen, zihninle yaklaşırsan engeli, ruhunla yaklaşırsan Rabb'ini görürsün. Ruhu hissetmek, özü hissetmektir. Özü hissetmekse Yaradanı, Allah'ı hissetmektir. Çünkü sana bağışlanan rahmet özünde gizlidir, özünse senin ruhundur.
      Toplum her daim bedenini doyurma telaşında. Çünkü nefisleri onlara sadece benliği, bedeni ve maddi varlığı anımsatır. Bunu yapan da  zihindir. Oysa ki bizler ruhani varlıklarız, bizi biz yapan zihnimiz veya bedenimiz değil özümüzdür, ruhumuzdur. Ahir zamana göçüp gideceğimiz an, götüreceğimiz tek şeydir ruh. O halde ne diye ruhu beslemek varken, durmadan nefsini beslersin? Sen Rabb'inden bir parçasın. Senin ruhun O'nun ruhunun bir parçası. Bu dünyadaki her bir varlık rüya, sadece bir rüya. Bir tek ruhun hariç. Unutma! Benliğin, Rabb'inle aranda duran bir perdedir. Sen bedenini, nefsini, kısacası benliğini aradan çıkarırsan, işte o zaman Rabb'ine ulaşacaksın. 
      Sen, hep bir boşlukta, hep bir arayıştasın. Aradığın ise benliğin, kişiliğin. Oysa ki ne denli bir yanılgıda olduğunun farkında değilsin. Asıl bulman gereken benliğin değil, birliğindir. Seni bir yapan da özündür, ruhundur ve akabinde tabii ki Rabb'indir. Sen önce bir içine dön, özünü bul, ruhunu tanı. Senin tüm kimliğin, senin kendi içinde kodlanmıştır, bunu dışarıda bulamazsın. Yıllardır aradığın huzur bir tek senin içinde mevcut. Bu yüzden her ne yaşarsan yaşa, her ne durumla karşılaşırsan karşılaş, çözüm sadece ve sadece yine senin içindedir. 
      Bu gün, üretilen her bir ürünün bir kullanma kılavuzu vardır değil mi? Bir elektronik cihaz alırsın ve mutlaka kullanma kılavuzuna bakma ihtiyacı duyarsın. Bunun için de o cihazın kutusunun içine bakarsın değil mi? Başka yerde aramazsın, çünkü başka yerde olması mümkün değildir. Sadece, o ürüne ait kutunun veya paketin içindedir. İşte, senin de kullanma kılavuzun senin içindedir ve sen bunu görmemekte ısrar edersin. Sana ait olan bir şeyi hala dışarıda arıyor olmana şaşıyorum. Seni yaradan Allah, senin özüne kendini bırakmış da sen bunun farkında bile değilsin. Sen, Kendini bilsen, Rabb'ini bileceksin. Rabb'ini bilsen, kendini bilmiş olacaksın.
      Sen, Allah'ın bir eserisin ve O, yarattıklarının en özeli olarak yarattı seni. O halde sen, Rabb'ini bilmezsen, O'na yakın olmazsan ve en önemlisi Allah'ı hissetmezsen senin sen olduğunun bir manası yoktur. Bunun içinde maddeden sıyrılıp manaya ulaşmalısın. Madde senin ebnliğindir, mana ise senin özündür, senin Rabb'indir. O halde hala ne diye beklersin? Çıkar benliği aradan, işte orada Yaradan.
    Dua ile...

©Poweredby farkında mısın?® 2014™


   

18 Nisan 2014 Cuma

DUA, ALLAH'IN KAPISINI ÇALMAKTIR, DİRETMEK HADDİ AŞMAKTIR.

      Dua...
      Çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmektir dua. Allah'ın yüceliği karşısında kulun aczini itiraf etmesi, sevgi ve saygı duyguları içinde lütuf ve yardımını dilemesidir. Dua, sınırlı ve aciz olan insanın, sınırsız ve sonsuz kudret sahibi olan Allah ile kurduğu iletişim ve köprüdür. Bu sebepledir ki  insan, tarihin hiçbir döneminde duadan uzak kalmamıştır. Dua zikirdir, ibadettir. Duanın önemini aksetmek içinse, Peygamber Efendimiz ( s.a.v ); " Dua, İbadetin Özüdür." Buyurmuştur.
      En son ne zaman dua ettin? Hayır hayır, namaz dualarını kasdetmiyorum. Rabb'ine yönelip, ne zaman O'nunla konuştun? İlla ki sıkıntıda olman gerekmez. Huzurluyken de, mutluyken de dua etmeyi, Rabb'inle konuşmayı ihmal etme. Bilirsin ki Allah, duasında ısrarcı olanı sever. Israr kelimesi ise hep yanlış anlaşılmış ve / veya yanlış yerlerde kullanılmıştır. Doğru olanı yapmak için ısrar etmiyoruz da, neden doğru yapamıyorum diye diretiyoruz hep. Buradaki ince çizgiye dikkat etmeni isterim. Burada bir isyan var, sorgulama var farkında mısın? İşte sen, dua ediyorsun etmesine de, dua etmeye devam etmek yerine neden kabul olmadığını soruyorsun Rabb'ine. İşte burada haddini aşıyorsun da farkında değilsin. Oysa ki bilmez misin? Allah, duanın kabul vaktini en iyi bilendir. Unutma ki, Yüce Rabb'imiz, yavaş yavaş halleder işlerini.
      Bir ziyarete gidersin, birkaç defa evinin kapısını çalarsın da açan olmaz ya hani. Belki bir defa daha denesem mi diye ikilemde kalırsın hatta. Ama kapının açılmadığını görünce ya vazgeçer gidersin, ya da kapıyı çalmak da ısrar edersin değil mi? Peki hiç düşündün mü, kapının ardındaki kişinin müsait olup olmadığını, hiç aklına getirdin mi hasta mıdır veya uyuyor mudur diye? Açılmayan kapıyı çalmakta diretmenin sana getirisi nedir ki, hala ısrar ediyorsun? Toplum olarak bir alışkanlık içindeyiz. Kilitli olan kapıyı bile zorluyoruz, acaba açılır mı diye. Kilitli işte, ne diye zorluyorsun ki? Bunu çok sık yapıyoruz biliyorsun değil mi? İşte gereksiz olan her şey gibi haddinden fazla diretmek de gereksiz ve bir o kadar yanlış bir davranıştır.
      Ne güzeldir her daim Allah'ı hissetmek, O'nu anmak ve dua etmek. Ne muntazam bir idraktir her an Dua etmek, tefekkür etmek, şükretmek. Fakat bilmeni isterim ki, en hayırlı dua, ardına bakmadığın, arkasını sorgulamadığındır. Hep söylerim; Sen duanı et ve bırak, ötesini düşünme bile. Kabul olup olmayacağını aklına bile getirme. Unutma ki, hakkında hayırlı olan duayı kabul eder Rabb'im. Sen razıysan Allah'tan her gelene, sorgulamanın bir manası yok değil mi?
      Bir kıssayı sana hatırlatmadan geçemeyeceğim. Hz. Musa Peygamber'in zamanında bir ailenin çocukları olmuyormuş. Hz. Musa'ya gelerek, Allah'a sebebini sormasını istemişler. Hz. Musa ise Yüce Allah'a sormuş, Allah'da o ailenin çocuklarının olmayacağını bildirmiş ve Hz. Musa,bunu o aileye söylemiş. Aradan uzun yıllar geçmiş ve aynı aile bu kez yanlarında küçük bir çocukla gelmişler Hz. Musa'nın yanına. Hz. Musa, bu kimin çocuğu diye sorduğunda, bizim çocuğumuz Ya Musa yanıtını alınca çok şaşırmış ve bir o kadar mahçup olmuş. Sormuş Hz. Musa Mevla'ya; Rabb'im, hikmetinden sual olunmaz ama o ailenin çocuklarının olmayacağını bildirmiştin, nasıl oldu da çocukları oldu? Diye. Allah'tan yanıt gelmiş; "Ey Musa, o aile benden ne dualarını eksik ettiler, ne de ümitlerini. Çok istediler ve sabrettiler, ben de onlara evlat nasip ettim."
      Sakın pes etme, asla ama asla Rabb'inden ümidini kesme. Sen duanda da, sabrında da ısrarcı ol her daim. Ama sakın ola bu ısrarını duanın icabeti hususunda kullanma. Ne diyor En'am Suresi 91. Ayette; " Allah De, Ötesini Bırak." O halde, sen de Allah'ın kapısını çal ve bırak. Elbet, Mevlam sana kapısını açacaktır.Bu gün olmasa, yarın mutlaka...
      Dua ile...

©Poweredby farkında mısın?® 2014™




17 Nisan 2014 Perşembe

OLDUĞU KADAR, OLMADIĞI KADER...

      Kader...
      Kainatta, olacak şeylerin zamanını, yerini, özelliklerini ve nasıl olacaklarını, henüz onlar olmadan Allah tarafından bilinmesi ve takdir edilmesidir kader. Allah'ın ezelde takdir ettiği şeyleri, zamanı gelince bu takdire uygun olarak yaratmasına ise kaza'dır. Kaderi bir plana benzetirsek eğer, kaza da plana uygun olarak o şeyin yapılmasıdır diyebiliriz. Aynı zamanda kaza ve kader İmanın şartlarındandır.
      İnsanlar büyük bir yanılgının içindeler. Her şeyi kaderden bekleyip öylece beklemekteler. Sonuç olarak hiçbir kazanç elde etmediklerinde ise hep kaderi suçlarlar. Benim kaderim buymuş deyip, boş boş oturup beklemek değildir hayat. Her ne kadar kadere bağlıysa yaşam, Allah kullarına cüzi irade vermiştir. Sen elinden geleni yap, hatta fazlasını yap ama kararında yap. Tüm çabana rağmen, sana verilene razı ol ve elindekiyle yetinmeyi bil ki mükafatı hak edesin.
      Ne yapsam olmuyor diyerek isyan etme, daha fazlası içinse ısrarcı olma. Sen niyetini et, üzerine düşeni yap, ötesini Allah'a bırak. Gerisini düşünme bile, sorgulama. Ne demiş Şems-i Tebrizi; " Olduğu kadar, olmadı kader." Ne de güzel açıklamış güzel insan. Olanla yetinmeyi, olmayana razı gelmeyi en mükemmel şekilde izah etmiş. Sen her duanda Rabb'inden hayırlı olanı iste ve yine de de ki; Razıyım Rabb'im senden her gelene.
     Sen en ufak bir sıkıntıda diyorsun ki; Benim kaderim böyle yazılmış, demek ki nasip değilmiş huzur. Neler yaptım, çok dualar ettim ama değişen bir şey olmadı. İşte sen yine yanılıyorsun, nefsine yeniliyorsun. Oysa ki her defasında ısrar ediyorum ve sana diyorum ki, dışarıyı bırak, zihnini unut. Sen sadece içine dön ve ruhunun derinliklerindeki huzuru hisset. Orada özünü bulacaksın, özünde Rabb'ini göreceksin ve Rabb'inden geliyorsa gelen, onu sevgiyle kucaklayacaksın. Senin kaderin elbette ki henüz sen var olmadan yazılmış fakat unutma ki sen bir imtihan içindesin. Rabb'in istedi seni var etmeyi, demek ki yaratılma gayen var, demek ki ufak da olsa bir boşluğu doldurmak için gönderildin bu hayata.  O halde, doğru olanı bil, doğru yoldan git ve her daim doğru ol ki, hayatın doğru olan yanını görebilesin.
      Toplum, her zaman daha fazlasını ister, çünkü bu şekilde programlanmıştır zihinleri. Oysa zihinleriyle değil de yürekleriyle hareket etseler, her şeyin çok daha fazlasına sahip olduklarını idrak edecekler. Sen de öylesin, inançlısın biliyorum, Rabb'ine dua ediyorsun ve hatta O'nun rızası için istiyorsun ama isteğin olduğu zamansa çoğu kez şükretmeyi, Rabb'ine teşekkür etmeyi unutuyorsun farkında mısın?. Bu da seni hep daha fazlasını istemeye itiyor. Bu hep böyle olmuştur, aza kanaat etmeyen çoğu bulamamıştır unutma!
      Ben sana dua etme demiyorum, ben sana isteme de demiyorum dikkat et! Tabii ki dua edeceksin, elbette ki Rabb'inden isteyeceksin. Her derdin dermanı O değil midir? Yoktan var eden O değil midir? Sana istediğini verebilecek de bir tek O'dur, Allah'tır. Sen duanı et, ne istiyorsan Rabb'inden iste ama O'ndan gelene razı ol, elindekiler için şükretmeyi asla ihmal etme. Her neye sahipsen, sahip olmayanları düşün. Her ne şekilde yaşıyorsan, yaşayamayanları aklına getir ve anla. Bulunduğun yeri anla, sebebini anla.
      Benim davam farkındalık. Ben sana farkında ol diyorum, bak ama gör diyorum. İleriyi, daha da ileri gör diyorum ama sen görmemekte ısrar ediyorsun, bu durumda ne benim, ne de senin elinden bir şey gelir. Burada önemli olan idrak etmek, bilincinde olmak anlıyor musun? Yap ama yaptığını bil, bil ama bildiğini idrak et ve akabinde idrak ettiğin şeyi ise hisset ki yaptığından bir şey anlayabilesin.
       Hiçbir zaman şartları gereğinden fazla zorlama, hırs insanı yıpratır, her şeyin makul olanı yararlı olduğu gibi hırsın da bir derecesi vardır. Ne demiş atalarımız; Azı karar, çoğu zarar. O halde yeteri kadar iste, o halde hayırlı olanı iste, o halde herkes için iste. Ve de ki; " Rabb'im, hakkımda hayırlı olanı, hayırlı oranda nasip et. Ne seni unutturacak, ne de kendimi şaşıracak olanı ver. Razıyım senden her gelene." De ve bırak. Melekler senin için dua edecektir, kainat senin için seferber olacaktır. Çünkü sen kendini Allah'a ısmarladın, çünkü sen Rabb'ine tevekkül ettin. Çünkü sen, olduğu kadarına razı geldin, olmadığını kadere bıraktın...
      Dua ile...

©Poweredby farkında mısın?® 2014™