FARKINDA MISIN ? / sufi – Kitap


07.05.2014 12:05:41
A+ A-
                     “ Yaratan Rabb’inin Adıyla Oku “
 
RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA BAŞLARIM…
BU KİTABI YAZMAYI VESİLE KILAN RABB’İME, VERDİĞİ LÜTFUNDAN DOLAYI HAMD Ü SENALAR OLSUN.
ALEMLERİN RABB’İ OLAN ALLAH DER Kİ;
“ BEN, BİR KULU SEVDİĞİM ZAMAN, ONUN İŞİTEN KULAĞI VE GÖREN GÖZÜ OLURUM. ARTIK O, ( Konuşurken ) BENİM ( Kelamım ve Hükmüm ) LE KONUŞMAYA VE ( Baktığı Her Şeyi ) BENİM ( Verdiğim Özel Bir Görüş ) İLE GÖRMEYE BAŞLAR ”
BU KİTABIN YAZARI SADECE ARACIDIR, VESİLEDİR. LÜTUF VE RAHMET TAMAMEN ALLAH’TANDIR…
 
 
 
 
MERHABA OKUYUCU…
 
BENİ ELLERİNİN ARASINA ALACAĞIN BU ANI ÇOKTANDIR BEKLEMEKTEYDİM. VE ŞÜKÜRLER OLSUN Kİ, ŞU AN OLMAK İSTEDİĞİM YERDEYİM. SENİN NAZARINDA OLMAK, SENİN YÜREĞİNE DOKUNMAK DUYGULARIN EN MÜKEMMELİ. BEN, ŞU AN SENİN İÇİN BURADAYIM. HER BİR SATIRIMDA KENDİNİ BULACAK VE OKUMAYI BİTİRDİĞİNDE KENDİN OLACAKSIN ALLAH’IN İZNİYE…
BEN, SANA YENİ BİR BAKIŞ AÇISI GETİRMİYORUM. FARKINDALIĞIN FARKINA VARABİLMEN İÇİN ELLERİNDEYİM. RABB’İNİ DAHA İYİ HİSSEDEBİLMEN İÇİN VE O’NA DAHA YAKIN OLABİLMEN İÇİN SANA FARKLI BİR PENCERE AÇIYORUM. TOPLUM, SANA ALLAH’TAN KORKMANI SÖYLER, OYSA KORKUNUN OLDUĞU YERDE SEVGİ ASLA YOKTUR. VE KORKTUĞUNDA YAKIN İLİŞKİ KURAMAZSIN. O’NU TAM OLARAK HİSSEDEMEZ VE O’NA GÜVENEMEZSİN. O HALDE, ALLAH’TAN KORKARSAN, O’NA NASIL KENDİNİ YAKIN HİSSEDEBİLİRSİN?
ALLAH, SONSUZ MERHAMET SAHİBİDİR. O, BAĞIŞLAYANLARIN EN HAYIRLISIDIR. ALLAH’TAN KORKMAK, “ BEN BUNU YAPARSAM, RABB’İME LAYIK BİR KUL OLABİLİR MİYİM? “ DEMEKTİR. İŞTE ASIL KORKU BUDUR. ALLAH’TAN DEĞİL, KENDİ VİCDANINDAN KORKMAKTIR. RABB’İNİN HUZURUNA, HAYA EDECEK BİR AMELLE ÇIKMAKTAN KORKMAKTIR. ASLINDA BU, KORKU DEĞİL, SAYGIDIR.
VE… FARKINDALIK BURADA DEVREYE GİRİYOR !!!
 
 
 
 
 
 
İÇİNDEKİLER;
 
1- SEN SUSUNCA, MELEKLER KONUŞMAYA BAŞLAR.
2- ALLAH’TAN KORKMA!
3- NASIL YAŞADIĞININ FARKINDA MISIN ?
4- KİŞİ, KİŞİNİN AYNASIDIR.
5- SEN, GÖNLÜNÜ KIRANA İSYAN ETMEKTEN, KIRIK GÖNÜLLERE MERHEM OLAN ALLAH’I UNUTUYORSUN.
6- İŞİN ALLAH’A KALMIŞSA, OLMUŞ BİL.
7- ALLAH SÖZE DEĞİL, KALBE BAKAR.
8- ALLAH, DUASINDA ISRARCI OLANI SEVER.
9- KUL, RABB’İNİ İMTİHAN ETMEZ.
10- MUTLU DEĞİL, MUTLULUK OLMAK.
11- AŞIK DEĞİL, AŞKIN KENDİSİ OLMAK.
12- ZAHMETİN ARDINDAKİ RAHMET.
13- RABB’İNLE KONUŞ.
14- ÖNCE OL!
15- SADECE GÜLÜMSE.
16- ÖLMEDEN ÖNCE ÖLMEK.
17- TESLİM OL!
18- İŞİNE GELENİ DEĞİL, İÇİNDEN GELENİ YAP.
19- KİŞİSEL ÇELİŞİM.
20-DÜNDEN SONRA, YARINDAN ÖNCE.
21- ORADA OL!
22- DUA, ALLAH’IN KAPISINI ÇALMAKTIR, DİRETMEK HADDİ AŞMAKTIR.
23- OLDUĞU KADAR, OLMADIĞI KADER.
24- ÖZÜNÜ BİLEN, SÖZÜNÜ BİLİR.
25- UYARIŞ, UYANIŞTIR.
26- TESADÜF DEĞİL.
27- SEVGİ ( Lİ ) MİSİN ?
28- DERDİNLE KONUŞTUN MU HİÇ?
29- ÇIKAR BENLİĞİ ARADAN, İŞTE ORADA YARADAN.
30- NİYET RAHMANİ, ARZU İSE ŞEYTANİDİR.
31- AÇTIĞIN HER YARA’DAN, HESAP SORAR YARADAN.
32- ALLAH, KULUNUN ZANNI ÜZEREDİR.
33- ÇARESİZSENİZ, ÇARE SİZSİNİZ.
34- BİR NİYETSİZ, BİR DE DUASIZ YÜREKLER ÜŞÜR.
35- SEN ALLAH’A SIMSIKI SARILMAZSAN, ŞEYTAN GELİP SANA SARILIR.
36- İYİLİĞE İYİLİK HER KİŞİNİN, KÖTÜLÜĞE İYİLİK ER KİŞİNİN İŞİDİR.
37- GÜNE GÜZEL BAŞLAMAK.
38- FARKINDALIK TERAPİSİ
39- FARKINDALIK TERAPİSİ 2
40- FARKINDALIK ÜZERİNE RÖPORTAJ.
 
YAZAR HAKKINDA;
Kendisini fıkıh, tefsir, hadis olarak ilmi yönden geliştirmenin yanında; Doğunun Zen öğretisi (farkındalık) ile Sufi’liğin (kalp gözüyle bakışını) harmanlayarak kendine özgü üslubuyla insanların kendi öz varlıkları ile buluşmasına böylece kalıcı bir huzurla buluşmalarına yardımcı olmaktadır. Aynı zamanda insanlar O’nu Batılı Mistik olarak görmektedir.
O, Der ki; “Ben sizi yeni bir şeyle tanıştırmıyorum, sadece unuttuğunuz kendi özünüz ile tekrar buluşmanıza vesile oluyorum.”
O, “Yaşam matematik değil bir şiirdir ve içinde nefes aldığınız bu Hayat, beyinlerin gelişmesinden öte yüreklerin ve ruhun olgunlaşması ile gelen bir kutlama olmalıdır.” Diyerek Yaşamanın aslında bir sanat olduğunu anlatmaktadır.
O’nun görüşüne göre: Mutsuz insan yoktur, mutlu olacağına inanmayan insanlar vardır ve insanları yorgun kılan yaşam değil, taşıdıkları maskeleridir.
O, “Her soru önce kendi cevabını doğurur” sözleriyle insanların aradığı cevapların aslında kendi derinliklerinde mevcut olduğunu ifade eder.
O, Yaşam yolculuğunda insanların kendilerini keşfetmeleri ve kendi derinliklerinde bulunan mevcut cevaplara ulaşmaları adına; onları sadece düşündürmeye, farkındalık kazanmalarına ve baktıklarından daha derine bakarak Yaradanın mucizelerini görmelerine- kucaklamalarına yardımcı olmaktadır.
Onun;
*Yaşam geçmiş ile gelecek arasında açmış bir çiçektir onu, sadece şimdiki anın içinde koklayabilirsin.
*Kendi hayatını yaşamıyorsan yaşadığın hayat senin değildir!
*Dışarıda Mucize Arama Mucize Sensin
*Önemli Olan Hayatın Ne Zaman Son Bulacağı Değil, Onu Ne Zaman Hissederek Yaşamaya Başladığındır.
*Ben size mutlu olmayı değil, mutluluğa dönüşmeyi gösteriyorum,.
*Yaradan Kitaplarını İnsana Göndermişken, Yaradan Peygamberlerini İnsana Göndermişken, Yaradan Cennetinin Kapılarını İnsana açmışken ve O’ sana Bu Kadar Çok Değer Veriyorken; Sen Nasıl Olur da Kendine Değer Vermezsin?
*Sadece yaşamın gerçekliğine uyum sağla, ruhun ağlamaya ihtiyacı varsa ağla, gülmeye ihtiyacı varsa gül, her deneyimi yaşa, kontrol etme. Şayet kontrol edersen bütün enerjini dışarıya akıtmış olacaksın. Sessiz ol ve yaşamın akışını izle o akışta gelen her şey bir mucizedir.
Gibi sözleri insanlara farkındalık kazandırmaya yöneliktir.
O, İnsanlığın temel sorunlarından birini şu sözlerle ifade etmektedir:
“İnsanlar isyanda, hayat çoğu için yaşarken bitmiş durumda; çünkü hep başkalarının hayatını yaşamaktalar. Bu hayat onların değil, başka bedenlerde, başka ruhlarda hayat buluyorlar ve onlar gidince hayat da anlamını yitiriyor. İnsanlığın en büyük sorunu budur. Kendi hayatını yaşamıyorsan yaşadığın hayat senin değildir. Nasıl olabilir ki? O hayat başkasına bağlı ve o gittiğinde yahut ilgisini yitirdiğinde sen de eriyor, tükeniyorsun! Olanları izlediğinde şahit olacaksın ve o zaman varlığın farkındalıkla dolacaktır”…
Dua İle…

1-

SEN SUSUNCA, MELEKLER KONUŞMAYA BAŞLAR.

      Susmak…
Öyle bir rahmet gizlidir ki susmanın ardında…Sabrın selameti, şerrin hayrıdır susmak…Bir kez susmayı başarabildin mi, yaşamına serpilen huzuru idrak edersin. Günümüz karmaşasında, yoğun şehir hayatının getirmiş olduğu stres altında seni her daim zehirlemekte olan egona kulak verir ve konuşmaya başlarsın ve bir kez konuşmaya başladın mı, sen susuncaya kadar giderek belanın içine gömülürsün farkında bile olmadan. Oysa bilmeni isterim ki, sen susabildiğin sürece melekler sana refakat eder. Sana her ne söylenirse söylensin, her ne şekilde hakaret edilirse edilsin sen muntazam bir sabır gösterip susmayı başarabilirsen, senin yerine melekler karşındakine yanıt verir ve senin için hayır duası ederler. Ama şunu da unutma ki, sen konuşmaya başladığın an, melekler orayı terk eder çünkü bu defa şeytan seninle işbirliği yapmak için oradadır…
Buraya dikkat et! Zihin muhteşem bir uşak fakat berbat bir efendidir. İpleri zihnin eline verirsen eğer, sen onu değil, o seni kontrol altına alır ve bu durum tam bir felakettir.Seni uyarmak isterim, zihnin oyunlarına gelme, sen ruhani bir varlıksın ve huzuru ancak ve ancak ruhunun özüne inince bulabilirsin. Zihin, seni herhangi bir olay karşısında haklı olmaya iter ve seni konuşturmak için çaba sarfeder çünkü zihin egoyla işbirliği içersindedir ve her ikisi de tatmin olmak ister. Oysa sen, zihnini susturmayı başarır ve egonu hiçe sayarsan işte o an, konuşmak yerine susmayı tercih edersin ve ne denli bir manevi bir boyuta geçiş yaptığını farkına varırsın.
Unutma; Sen susunca karşındakini mükafatlandırmış olmayacaksın…Asıl sustuğunda neleri kazandığının farkına varsan bir daha hiç konuşmazsın…
Dinle Bak!
Söylenecek Çok Şey Varken Bile Sus…
Susmak; Karşındakine Boyun Eğmek Değil, Tam Aksine Olgunluğun Bir Göstergesidir…
Susmak Erdemliktir…
Daima Anımsa;
Sen Susunca,  Melekler Konuşmaya Başlar !!!

2-

ALLAH’TAN KORKMA !

      Korku…
Telaffuz etmesi ve hatta düşünmesi bile ürkütücü. Samimiyetten uzak, soğuk bir kavram korku… Korkuyla aynı anda sevgiyi ve saygıyı düşünemiyor insan, kimileri korkuyu saygı sanır, kimileri de saygıyı korku…Düşünecek olursan eğer, birine karşı mahcubiyetin, eksikliğin veya ona karşı kendini hazır hissetmediğin anlarda korkuyu hissedersin. Aslında zihnin bir yanılgısıdır bu, zihnine sistemize edilmiş hatalı bir programdır.
Allah, kullarını sevgiden, merhametten ve aşktan yaratmıştır. O, kendi ruhundan üflemiştir kullarının ruhlarını…Şimdi sorarım sana; Korkunun olduğu yerde sevgi olur mu? Korkunun hissedildiği bir zihinde merhamet zuhur bulur mu? Çocukluğundan beri sana Allah’tan korkman öğretildi. O’na yakınlaşman yerine sen farkında olmasan da Allah’tan uzaklaştırıldın. O’na sığınmak yerine, O’ndan ürkütüldün…Ve sen istemeden de olsa bu güne dek ibadetten ve inançtan uzak bir şekilde bu güne dek geldin. Evet evet, itiraf et aynen bu şekilde yaşadın tam da bu ana kadar. Şimdi sen bana, ama ben inançlıyım, Allah’a inanıyorum diyorsun hissediyorum. Buraya dikkat et! Ekmeğin seni doyurduğunu bilirsin, bunun için her tür iddiaya bile girersin çünkü bundan eminsin. Fakat ekmeği yemezsen aç kalacağını ve güçsüz düşeceğini de bilirsin. Demek ki ne diyoruz? Ekmeğin seni doyurduğunu bilmek yetersiz kaldığı gibi, Allah’a inanıyorum demek de O’na olan inancının öngördüğü görevlerini yerine getirmediğin sürece bu inanç, sadece telaffuzdan ibaret kalacaktır. Bu gün, tam bu anda bu tabuyu burada yıkmış bulunuyorum. Bildiğin tüm kitapları bırak ve beni dinle…Allah’tan Korkma ! Bunu hiçbir zaman yapma…O’nu sev, O’na sığın ve O’nu her daim an… Her ne günah işlediysen, her ne kadar Allah’tan uzak kaldıysan yine de şunu hiçbir zaman unutma ki Allah, affetmesi bol olan, bağışlayan ve kullarını her ne olursa olsun çok sevendir…
Şimdi Beni iyi dinle;
Şems-i Tebrizi güzel bir bahar gününde, bahçesinin duvarını örmekle meşgulmüş kerpiçle.Kendini bilmez ve ilmnine çok güvenen bir zat gelmiş üstadın yanına ve başlamış kendini beğenmişliğini sergilemeye.
- Size üç soracağım bilirseniz ilminizi takdir edeceğim. Demiş.
     - İlk sorum şu; Allah Allah dersiniz ve O’na inanırsınız…Hadi O’nu bana gösterin de inanayım varlığına…
     - İkinci soruma gelince; Şeytan ateşten yaratıldı dersiniz ama onun gazabı yine ateşten olacak dersiniz, hiç ateş ateşe zarar verir mi?
- Son olarak da derim ki; Yok şu günahmış, yok bu harammış…Rahat bırakın insanları da istediklerini yapsınlar…Buna ne diyeceksiniz???
Şems-i Tebrizi hiç kendinden ödün vermeden eline kerpiç parçasını aldığı gibi adamın kafasına vurmuş. Adam feryat figan acısının verdiği bir tepkiyle doğru kadının yolunu tutmuş…Kadı duyduklarına inanamasa da çağırmış huzuruna Şems’i…
- Ya sayın üstadım, sen kos koca Şems’sin nasıl olur da sana yöneltilen bir soruya yanıt vermez de üstelik adamın kafasına vurursun???
Şems, kendinden emin bir vaziyette;
- Bana, görmediğiniz Allah’a nasıl inanırsınız, gösterin de inanayım dedi. Ben de kafasına kerpiçle vurdum, ağrıdığını söylüyor, hadi bana ağrıyı göstersin de inanalım. Demiş…İkinci olarak şeytanın ateşten yaratıldığını ve ateşten olan bir şeyin nasıl olur da cezasının yine ateşle verileceğini açıklamamı istedi. Elimdeki kerpiç de çamurdur ve insanoğlu da çamurdan yaratılmıştır, çamur çamura zarar verebiliyorsa ateş de ateşe gazap olur. Diye yanıtlamış…Son olarak da o günah, bu haram der durursunuz, bırakın insanları da istediklerini yapsınlar dedi, ben de öyle yaptım. Demiş…
İdrak edebildiysen eğer, inanmak için görmek değil, hissetmek lazım…Artık bırak Güzel Allah’tan korkmayı, sen duanı et ve bırak, gerisini O halledecektir…yeter ki sen O’na inan ve güven…
3-

NASIL YAŞADIĞININ FARKINDA MISIN???

      Farkındalık…
Bilincinde olduğumuz birçok şeyin farkında olduğumuzu sanır ve hatta bundan emin olduğumuzu dile getiririz fakat bilmeyiz ki farkındayım derken bile farkına varamadığımızdır asıl önemli olan. Düşünmeni isterim; Her gün defalarca geçtiğin cadde, beklediğin durak veya ” Ben buraları biliyorum ” dediğin bir semtte nelerin var olduğunun, hangi hayatların yaşandığının ve / veya tanıdığın bir kişinin yüzündeki ince bir detayın gerçekten farkında mısın? Misal vermek gerekirse, evine bir mobilya almayı planladın, mobilyacı aramaya başladığın bir anda bir de farkettin ki her daim kullandığın caddede bir mobilya mağazası var, şaşırırsın değil mi? Bu durum hepimizin başına geliyor çünkü FARKINDA değiliz…
Şimdi şu cümleye dikkatini vermeni isterim; ” Sen! Nasıl Yaşadığının FARKINDA MISIN?” İki faklı mana, iki ayrı anlam gizli bu cümlede…İlk baktığında tek bir kavram fark edersin veya fark ettiğini zannedersin…Nasıl kelimesi iki farklı anlam gizliyor bu cümleye…Nasıl mı? Dinle; Nasıl yaşadığının fakında mısın? Derken Öncelikle ilk akla gelen ne şekilde yaşadığındır. Örneklemek gerekirse; Yersin, içersin, uyursun, işe gelip gidersin, ilgi alanların vardır belki de önemli bir kişiliksindir, örnekleri daha da çoğaltmak mümkündür…Bir diğer anlamı incelemek gerekirse, seni yaşatanın ne olduğu, yaşamana neyin sebep olduğu ile alakalıdır ki bunun bir önceki örnekteki gibi bir çok değil sadece ama sadece bir tek yanıtı vardır o da ALLAH ! Şimdi tekrar soruyorum sana; Sen! Nasıl Yaşadığının Farkında mısın??? Bu cümleye yanıt vermek istediğinde hem cümlenin farkındalığını şimdi gerçekten farkettiğini ve cümledeki sorunun yanıtını veya yanıtlarını farkettiğini farkedeceksin…İşte şimdi farkında olmaya başladın, dimağın açıldı ve baktığın ama ne yazık ki görmediğin bir çok şeyi şimdi çok daha net ve anlayarak görebildiğini farkettin. Yanılıyor muyum???
Ne diyor hadiste? “Bir Anlık Tefekkür, Bin Yıllık İbadetten Çok Daha Hayırlıdır.” Nedir tefekkür? Rabb’in yarattıklarını, rahmetini ve nurunu idrak edip şükretmek ve yaşamaktır.Düşün; Gece uyurken bile nefes alabiliyorsun, vücudundaki tüm organlar senin istemin dışında ve muntazam bir döngü ile çalışıyor, sağlıklısın, görebiliyor, duyabiliyor, konuşabiliyor ve hissedebiliyorsun. Sana sunulan bu nimetleri bir daha düşün. Bir elinle yüzüne dokun, burnuna, gözüne, dudaklarına ve her bir kıvrımına…Yaradanın izlerini fark edeceksin…Çünkü sen Allah’ın kendi ruhundan yarattığı bir parçasısın. Çok daha basit bir örnek vermek gerekirse; Bir ağacı izlemeni isterim, yaprakları kimi zaman hafif, kimi zaman şiddetli bir şekilde kıpırdar çünkü onda Rabb’in rahmeti, kıpırda emri vardır…Bilirsin ki, Allah’ın emri olmasaydı o yaprak kıpırdayamaz…Sonra başını kaldır ve gökyüzüne bak, bulutlara, yıldızlara veya ne bileyim Aya Güneşe uçuşan kuşlara bir dikkat et…Her birinde Allah’ın emri ve rahmeti tecelli bulmuştur. Hiçbir şey O’nun isteği dışında olmaz. İtiraf et, bu güne dek belki bunların bile farkında olmadan yaşadın hep. Evet, gökyüzüne defalarca baktın ve hatta o ağacın yanından defalarca geçtin ama bir şeyi ve en önemli şeyi fark edemedin, Allah’ı…O, her daim seninle, sana çok yakın ve hatta sana şah damarından çok daha yakın ve senin her yaptığını biliyor. Rahmeti, sevgisi ve merhameti her daim senin üzerinde. Bunun bilinci ile yaşarsan ve attığın her adımda O’nu hatırlarsan işte sen şimdi tefekkür etmiş olursun. Sabah uyandığında, seni yeni bir güne tekrar uyandırdığı için O’na şükrederek kalkarsan yatağından, kahvaltını yapmak için önünde dizilmiş olan nimetler için ( Üstelik dışarıda binlerce aç insan varken ) bir kez daha Allah’ı anarsan, ceketini giyerken ve hatta ayakkabını bağlarken bile O’nun rızası için ve izniyle yaparsan, sen her daim tefekkür içinde farkındalığı hissederek, farke derek yaşarsın…Unutma! Görmek veya bilmek yetmez, farketmek gerekir…Ve şimdi de diyorum ki; Farketmek de yeterli değil, tüm bu olan bitene ve sana sunulan hayata şükretmek ve bir nevi teşekkür etmek gerekir…Yaşamın boyunca sana yapılan bir iyiliğe teşekkür etmen öğretildi ve yaptın da…Büyüdün, geliştin yaşamın sorumlulukları yüklendi omzuna ve borçlandırıldın, çünkü yaşamak için buna mecburdun. Elektrik borcu, su borcu, kredi kartı borcu derken örnekler daha da artmaya başladı fark ettiysen….Bir tekini bile ödemezsen, seni o kolaylıktan mahrum bırakacaklar, eğer bu elektrik borcu ise elektriğini kesecekler ve borcun giderek katlanacak öyle değil mi? Ama sen, bir gün bile geciktirmeden ödedin tüm borçlarını, geciktirmemek için, unutmamak için elinden gelen her şeyi yaptın. Şimdi sorarım sana; Senin bu dünyaya gelmene, yaşamana ve hatta en basit bir örnekle nefes almana sebep olan, seni koruyan, kollayan ve sevgisini, rahmetini bir an bile üzerinden çekmeyen Rabb’ine olan borcunu hiç düşündün mü? Üstelik bu güne dek O’na karşı hiç bir borcunu ödemediğin halde, senden nimetlerini, rahmetini ve sevgisini esirgemediği, bir an olsun seni yalnız bırakmadığı halde…Bu güne dek bunu hiç düşündün mü, farkına vardın mı? Şöyle bir idrak etmen gerekirse O’nun senden hiçbir beklentisi yok, senin yapacağın hiçbir şeye ihtiyacı yok. Senden istediği, beklediği sadece ve sadece bir tek teşekkür, evet basit ama hissederek yapacağın bir teşekkür, çok mu?
Şu an her ne yapıyorsan ve her ne ile ilgileniyorsan bırak, her şeyi bırak ve bir kenara it. Otur bir yere ve derin bir nefes al…ama hissederek ama farkında olarak al…Neyi mi? Sana bu nefesi bağışlayan Allah’ı…Sonra düşün, sadece düşün. Sahip olduklarını, sağlığını, varsa eşini, çocuklarını, evini, her şeyini düşün. Şimdi derin bir nefes daha al ve dostuna, en samimi dostun olan Rabb’ine teşekkür et. Sana sunmuş olduğu her bir özellik için şükret…Şimdi bir kez daha soruyorum sana;
Sen! Nasıl Yaşadığının Farkında Mısın ???
4-

KİŞİ, KİŞİNİN AYNASIDIR…

      Ayna…
Baktığın an kendi yansımanı görürsün, kendini görürsün, seni görürsün değil mi? Her bir detayınla, gördüğün kadarıyla da olsa, baktığını yani karşındaki görüntünü görürsün aynada. İşte o görüntü, birebir seni yansıtır, her ne kadar kimileri gördüğünü değil de, görmek istediğini görse de…
Karşındaki insanda da aslında o kişi değil, kendi yansımandır gördüğün. Senin baktığın kişiyi, bir başkası senen çok daha farklı bir şekilde gördüğünü söyleyebilir, bu çok normaldir çünkü kişi, kişinin aynasıdır…Yüreğinde beslediğin her ne ise, baktığın her yeri aynı derecede görürsün. Buraya dikkat et, ben dış görünüşten bahsetmiyorum, yüreğinin güzelliğinden, ruhunun idrak edebildiği güzellikten bahsediyorum. Zaten kendini bilen bir kişi, dışarıyla ilgilenmez, daha çok içeriye odaklanmıştır.Sana da bunu öneririm. Düşünsene, güzellerin en güzeli olan, kendi güzelliğinden mahlukat yaratan ve bu yarattıklarının arasında en özel kıldığı insan çirkin olabilir mi, bu mümkün mü? Senin
nasıl görmek istediğindir gördüğün, gerçek görüntüsü değil…
Burayı iyi dinle;
Sevgili Peygamberimiz H.z. Muhammet ( s.a.v. ) sahabeleriyle birlikte otururlarken, içeriye Ebu Leheb girer ve Peygamberimiz  ( s.a.v. )’e;
- Ya Muhammet ( s.a.v. ), ömrümde bir çok insan gördüm, senden çirkinini görmedim, sen ne kadar çirkinsin. Demiş. Peygamberimiz ( s.a.v. )’de O’na;
- Haklısın Ya Ebu Leheb. Demiş.
       Bir süre sonra içeriye H.z. Ali ( r.a ) girer ve tevafuk bu ya, Peygamberimiz ( s.a.v. )’ e dönüp;
     - Ey Allah’ın Resulü ( s.a.v. ), çok kişiler gördüm ama senden daha güzeline hiç rastlamadım, sen ne güzel bir insansın. Demiş. Peygamberimiz ( s.a.v. )’de H.z. Ali ( r.a )’ye dönerek;
- Haklısın Ya Ali ( r.a. ). Demiş.
İçerde bulunan sahabeler bu duruma şaşırır ve içlerinden biri dayanamaz ve sorar;
- Ya Muhammet ( s.a.v. ), bu nasıl olur? Ebu Leheb sana ne kadar çirkinsin dedi, haklısın dedin, daha sonra H.z. Ali ( r.a. )’de sana dönüp senden başka güzel görmediğini söyledi, O’na da haklısın dedin. Bu nasıl iştir? Demiş. Güzeller güzeli Resulümüz ( s.a.v )’in yanıtı gecikmemiş;
- Kişi, kişinin aynasıdır, her ikisi de kendisinde olanı bende gördüler. Demiş…
Ne kadar manalı, ne denli güzel bir söz…Yüreğinde olanını karşındakinde görmek. Burada önemli olan öze inmek…derine, çok daha derine inebilmek…işte o zaman asıl güzelliği idrak edebilecek ve her baktığını güzel görebileceksin…Unutma! Kusurlu olan göz, kusurlu görür !!!
5-

SEN GÖNLÜNÜ KIRANA İSYAN ETMEKTEN, KIRIK GÖNÜLLERE MERHEM OLAN ALLAH’I UNUTUYORSUN…

      İsyan…
Ne denli bir zehir olduğu bilinmez çoğu zaman isyanın. Oysa an be an seni dibe çeken bir balçıktır da sen bunu idrak edemezsin. Çünkü sen içeriyle değil, dışarıyla meşgulsün. Burayı anlayabiliyor musun? Kırılan yeri bulmak yerine sen, seni kıranla vakit kaybediyorsun. Önce bir içine dön, daha derine, daha da derine…Özünü bul ve ona yönel. Ne mi bulacaksın orada? Rahmeti, nuru, seni yaradan Rabb’inin tecellsini hissedeceksin orada. Bilmeni isterim ki, karşındakinin sözü değildir seni kıran, karşındakinin sözü yüzünden sensin kendi kendini üzen, kıran, yıpratan. İnsanlar sana sadece bir iğne batırır fakat acı senden çıkar, o değildir sana acıyı veren unutma! Sen kendi canını kendin acıtıyorsun. Bilmiyorsun ki Allah, kırık gönüllerdedir, bir bilsen, idrak edebilsen ne canın acıyacaktır ne de kalbin kırılacaktır. Buradaki önemli bir noktaya değinmeden edemeyeceğim. Kırılan kalp değildir, kalp kırılmaz. Kırılan egodur, içindeki ego seni olumsuzluğa iter dikkat et! Sen egona değil, yüreğindeki, en derindeki rahmete odaklan. Böylelikle huzuru, gerçek huzuru iliklerinde hissedeceksin…
Allah, her sıkıntının, derdin ve belanın ardına bir hediye gizler. İnsanlar ise karşılaştıkları sıkıntı ve
dertlere odaklanmaktan ardındaki hediyeyi göremezler. Oysa en mühim ibadettir sabır, en anlamlı teslimiyettir Allah’tan her gelene razı olmak…Çünkü Allah, sevdiği kullarını sınamak için bela verir onlara. Kulum benden vazgeçecek mi, beni unutacak mı yoksa her şeye rağmen sabredip beni anmaya devam edecek mi diye dener. Bunu bir kez idrak edebilsen, sıkıntıyı sıkıntı, belayı bela olarak görmezsin, tam aksine belayı ve / veya sıkıntıyı bir hediye olarak algılarsın, çünkü sen artık içeriye, özüne dönmüşsündür ve seni kıranla değil, kırılan yerle ilgilenmeye başlamışsındır. Daima hatırla; Yapan da, yaptıran da Allah’tır. Bela, sana bir insan olarak da, bir olay olarak da gelebilir, asla ama asla o kişiye veya içinde bulunduğun duruma isyan etme, öfkelenme ve kin besleme. Bil ki, bu durum sana bir hediye olarak sunulmuştur.
Buraya dikkat et! Peygamber Efendimiz ( s.a.v )’in yaşadığı zamanlarda sahabeler, bir gününü sıkıntısız veya dertsiz geçirdiklerinde üzülürler, endişe ederlerdi. Acaba Rabb’im beni artık sevmiyor mu, yoksa O’na karşı bir kabahatim mi oldu ki beni denemiyor, dert vermiyor? Diye rahat edemezlerdi. Güzelliği, adanmışlığı hissedebiliyor musun? Oysa ki, herkesten çok, ve tüm zamanlarını Rabb’lerine ibadetle ve tefekkürler geçiren bu güzel zatların düşüncelerine bir bakar mısın? Hiçbir zaman aklından çıkarmanı istemediğim bir kavramdır İSYAN. Sahip olduklarına, sana sunulan nimetlere şükretmek ve senden çok daha kötü durumda olanları düşünerek bir kez daha Allah’a teşekkür etmek yerine, içinde bulunduğun durumu kabullenememek ne acı. Bir kez daha hatırlatmak isterim sana; Sen, karşındaki bir insanın hakaretine ve / veya bir belaya maruz kaldığında her şeyi bırak ve içine dön, incinen ve kırılan yeri bul ve özünle alakadar ol, sadece gülümse… Evet, yanlış duymadın, karşındakine sadece gülümse. Bu, bir kişi olabilir veya bir olay olabilir hiç fark etmez. Yüreğindeki rahmeti bulduysan ve hissedebiliyorsan onu dışına yansıt ve ötedeki, daha da ötedeki mükafatını gör… Unutma ki, Rabb’in her kulunun gönlüne rahmetini ve nurunu bırakmıştır, önemli olan bunu görebilmek ve hissedebilmek! Anlamını isterim ki, kötü veya iyi insan diye bir ayrım yoktur. İçindeki, her daim yanındaki Allah’ı hisseden veya hissedemeyen insan vardır. Buradaki o ince çizgiyi görebiliyor musun ?
Son olarak belirtmek isterim ki, yaşadığın her anında, aldığın her bir nefeste Hakk’ı hissetmek sana, dertsiz, tasasız bir yaşam sunacağı gibi aynı zamanda, asla kırılmayan bir kalp, kin ve nefret beslemeyen bir ruhu hissettirecektir !!!
6-

İŞİN ALLAH’A KALMIŞSA, OLMUŞ BİL…

      Tevekkül…
Ne muntazam bir teslimiyet, ne mükemmel bir adanmışlık ve o ne eşsiz bir güvendir tevekkül… Kendini Allah’a ısmarlamak, tüm mevcudiyetini ve benliğini O’na emanet etmek huzurun ve emniyetin yegane sebebidir. Çaresizlik nedir bilmezsin, kendini asla ama asla yalnız hissetmezsin. Her işin başında Allah’a tevekkül ettin mi, gerisini bırak düşünme bile…
Düşenin dostu olmaz derler de ne kadar yanıldıklarının farkına varamazlar. Bilmezler ki, Allah, her kuluna eşit muamele yapıp herkesi koruyup kolladığı gibi, üstüne üstlük darda kalan kullarının yüreğindedir her daim. Sen, hiçbir zaman unutma ki, düşenin bir dostu var. Hiç kimsenin yakın olamayacağı bir dost. Kendini en çaresiz hissetiğin zamanlarda bile kaldır ellerini semaya ve dua et. İçinden geldiği gibi, mutlak bir samimiyetle yüreğini aç Rabb’ine. Şüphesiz Allah, duaları kabul eden ve bağışlayandır. Şunu da belirtmeliyim ki, Allah’tan her daim hakkında hayırlı olanı iste, sana hayrı dokunmayacak bir duanın kabulünü zaten bekleme. Kimileri, defalarca dua ettiği halde kabul olmamasından yakınır, oysa Allah, ancak kullarına hayrı olacak olan dualarını kabul eder, dikkat et! Buraya dikkatini ver; Allah dostu olan kişiler dua ederler ve gerisini düşünmezler bile, sonuç olarak duaları kabul olursa bir kez, kabul olmaz ise on kez sevinirler. Neden mi? Çünkü kabul olursa, kul istediği içindir, yok eğer olmazsa bu da Allah’ın tasarrufu doğrultusunda olmuştur ve bilirler ki Allah kulu için hayırlı olmadığı için kabul etmemiştir. Bu durum, böyle mükemmel kişiler için bir mükafat, bir hediyedir.
Hiç tasvif etmediğim bir deyim vardır; ” İşim Allah’a kaldı yine.” Asla kabullenemediğim bir söz olması bir yana, yanlış idrak dildiği ve olumsuz manada kullanıldığı içindir hüznüm. Evet, işimiz her daim Allah’a kalmıştır zaten, her işimiz hatta her hareketimiz Allah’ın nezaretinde değil midir? O halde bu cümleyi ya olumlu yönde idrak edebilmeli ya da hiçbir zaman telaffuz etmemeliyiz. Aslında manasını bilmediğimiz hiçbir cümleyi ve hatta kelimeyi zikretmemiz doğru değildir. Allah korusun bu durum insanı şirke ve / veya küfre sürükleyebilir. Zaten anlamı bilinmeden, hissedilmeden yapılan işin sonuç olarak hayra çıkması beklenemez. Söz konusu ibadet ise eğer, bu daha da mühimdir. Manasını bilmeden edilen ezbere dua ve yüreğinde hissetmeden yapılan tekdüze bir ibadet sadece bir eylem ve yapılan bir hareketten ibaret olacaktır. Haşa, kabul edilip edilmeyeceğini Allah bilir ama bilinmesi gerekir ki, gerçek bir şuurla ve huşu içinde yapılan bir ibadetin yerini hiçbir şey tutamaz. En güzeli de bu değil midir zaten ?
Sana kulağına küpe olması gereken bir nasihatte bulunmak isterim. Allah’a inan, O’na güven ve asla şüphe bile etme. Sen mutlak bir teslimiyet ve samimiyetle Rabb’ine dua ettiysen kabul olacağına itimat et. Ve hiçbir zaman şunu unutma ki; ” İşin Allah’a Kalmışsa, Olmuş Bil.”
7-

ALLAH SÖZE DEĞİL, KALBE BAKAR…

      Samimiyet…
Başlı başına bir yürek işidir samimiyet. Maddeden sıyrılıp, manaya uzanan bir yoldur kimi zaman. Sözden öte, kafiyeden uzak ama bir o kadar sıcak bir histir oysa. Uzakları yakınlaştıran, mesafeleri aradan kaldıran ama saygıdan ödün vermeden hissedilen bir duygudur samimiyet…
Önce kendine karşı samimi olmalısın. Dürüst, adil ve gerçekçi…Unutma ki; kendine yakın olmayan, başkasına da yakın olamaz. Yüreğinde hem yakınlığı hem samimiyeti hissediyorsan doğru yoldasın demektir. Ne yaparsan yap, her ne işle uğraşırsan uğraş veya ne söylersen söyle, kabuğundan ziyade, özünde fışkıran bir volkan gibi ısıtırsın etrafını. Çünkü sen dışa değil, tam aksine içe dönmüşsündür ve derinde, çok daha derinlerde olan huzuru yakalamışsındır. Huzurlu olan insan, samimidir, gerçekçidir, uysaldır. Ne kötülükten eser vardır yüreğinde ne de sinir ve stresten bir zerre. Görüyorsun değil mi? Kendini bilen insan, ahlakı bilir, rahmeti bilir ve gerçeği bilir. Burayı iyi dinle; Allah, amellerinde samimi olanı sever…Laf olsun diye dua eden, Hak yerini bulsun diye ezbere ibadet eden bir kul, samimiyetten nasibini almamış demektir. Sana bir öneride bulunayım mı? Hiçbir şeyi, olması gerektiği için yapma. Bu, sende mecburiyet duygusunu uyandırdığı için zihnin oyununa geleceksin.Çünkü zihin, mecburiyeti sevmez. Unutma ki sen ruhani bir varlıksın, yaşamı zihninde değil, ruhunda hissettiğin sürece yaşadığını anlarsın. Bu sebeple yapılması gereken ne varsa, Allah rızası için yap, severek yap, hissederek yap. Göreceksin ki dokunduğun her nesnede, baktığın her yerde ve yaptığın her işte O’ndan, Rabb’inden izler bulacaksın.
Şimdi bana kulak ver ve kendine sadece iki dakika ayır. Seninle küçücük bir terapi uygulayacağız. Nasıl mı? Beni iyi dinle; Olmasını istediğin ne varsa – bu bir dilek olabilir – kıbleye yönel, otur dizlerinin üstüne ve aç ellerini, kaldır usulca semaya. Hiçbir ayete, hiçbir sureye ve hadise takılı kalmadan, içinden geldiği gibi mutlak bir samimiyetle dua et Rabb’ine. Buraya dikkat et! Duaları, ayetleri ve sureleri kulak ardı et demiyorum, haşa ben sana tam aksini öneriyorum fakat aradaki ince çizgiye dikkatini vermeni istiyorum. Ezbere olan her şey uzaktır, soğuktur, ölüdür. Oysa ki hissederek ve yaşayarak yaptığın her bir şey yaşayandır, sıcacıktır. Unutma ki insan dua sayesinde insandır.Dilersen kaldığımız yerden devam edelim; İçinden ne geliyorsa söyle tek dostuna. Derdin mi var, anlat. Bir belaya mı maruz kaldın, açıkla. Bir şeye mi ihtiyacın var, iste…İçinden ne geliyorsa, her ne şekilde ve üslubla olursa olsun konuş Allah’la. Evet, yanlış duymadın konuş. Bir süre sonra içinde bir huzur ve yüreğinde eşsiz bir rahmet hissedeceksin. Ben bunu çok sık yaparım, hatta her an uyguladığım bir terapidir bu. Mesela bir örnek vereyim sana; Sabah evden çıkarken, ” Allah’ım bu gün de beni hayırlı insanlarla karşılaştır ve işlerimde başarılar ihsan eyle.” Der ve gerisini Rabb’ime bırakırım tam bir tevekkülle. Yolda yürürken mesela, ” Ey güzel Rabb’im, şu anda işine gücüne giden her kuluna yardım et, işlerinde hayırlı olanı nasip et, şu yaşlı teyzenin üzerinden rahmetini esirgeme veya şu küçük çocuğun üzerindeki yükü hafiflet.” Gibi küçük, küçücük dualar sayesinde konuşurum Allah’la. Alışverişe mi gideceğim hemen başlarım konuşmaya dostumla: ” Allah’ım, yapacağım alışverişte hayırlı olanı nasip et, benim için şerre çıkan yolları kapat.” Derim ve öyle hareket ederim. Görüyorsun değil mi? Her bir şeyin başında niyet önemli. Çünkü Allah söze değil, kalbe bakar…
Sana bir hadis hatırlatayım; Bir gün, Hz. Musa koyunlarını otlatmakta olan bir çoban görmüş. Çoban, ağacın altında dizlerinin üzerine oturmuş bir vaziyette açmış ellerini dua ediyormuş. Hz. Musa, kulak vermiş çobanın sözlerine. Çoban;
- Allah’ım, her şeyim sana feda olsun, dilersen senin için bir koyun keseyim hem de en yağlısından, bilirsin
ki yağlı koyun daha lezzetli olur, afiyetle yersin. Diyormuş ki, Hz. Musa dayanamayarak araya girmiş;
- Sen ne yapıyorsun, Hiç öyle dua olur mu? Allah yemekten, içmekten münezzehtir. Nasıl bir günaha girdiğinin farkında mısın? Al şu duaları da ezberle, Rabb’ine bunlarla dua et der ve oradan gider. Gece uyurken bir söz işitir Hz Musa Allah’tan;
- Ya Musa, sen ne yaptın? Bana karşı samimi olan kulumu benden uzaklaştırdın. Ben ondan razıydım, o benim sadık kulumdu. Der ve Bu sözler karşısında Hz. Musa yaptığından pişman olur. Sabah olunca ilk işi çobanın yanına gitmek olur. Yine aynı ağacın altında ve aynı vaziyette çobanı görür. Ellerini kaldırmış,
ezberlediği dualarla, samimiyetten uzak ve yüzü asık bir şekilde dua etmektedir. Hz. Musa, duası biten çobanın omzuna dokunur ve;
- Ey çoban, beni affett, sen haklıydın. Şimdi sana verdiğim duaları bir yana bırak ve kendi bildiğin gibi dua et Rabb’ine der.
Hiçbir zaman unutma; Sözlerinle değil, yüreğinle bir yerlere gelirsin. Çünkü, hayırlı olan her işte sözler değil, yürektir etkisi olan. Hala neyi bekliyorsun? Ceketini giyerken hatta ayakkabını bağlarken bile kalbindeki Rabb’ini hisset. O’na tevekkül et, O’na sığın ve bir tek O’na aç derdini. Unutma ki, herkes bir yana çekildiğinde, Rabb’in hala ellerinden tutuyor olacaktır.
8-

ALLAH, DUASINDA ISRARCI OLANI SEVER…

      Israr…
Azmin, üstelemenin bir diğer adı olsa gerek ısrar. Doğru yerde kullanıldığında nice kazançlar sağlar insana. Aksi takdirse, yanlış kullanımlarda ise bir o kadar kayba uğratır ne yazık ki. Her şeyin gereksiz olanı anlam ifade etmediği gibi, ısrarın da gereksiz yerde ve gereksizce kullanımı anlamsız ve ayrıca zararlıdır…
” Allah, Duasında Israrcı Olanı Sever.” Bu cümleye dikkat et! Yine iki farklı mana, iki farklı anlam gizli bu cümlede de. Biri, seni doğru yola sevk ederken, diğeri tam aksine yanlışa sürükler de sen bunu idrak edemezsin. Şimdi dilersen, bu cümledeki doğruyu ve yanlışı ayıklayalım seninle tek tek. Duada ısrarcı olmak, Kabul olup olmadığını düşünmeden, aklına bile getirmeden dua etmeye, Allah’ı hatırlamaya devam etmek demektir ve hatta ısrar etmektir. Buraya dikkatini vermeni isterim; Israr  kelimesinin asıl manasına ulaşmak üzeresin. Duada ısrar etmek derken sen ne anlıyorsun? Rabb’in, dualarını kabul etmesi için mi bu ısrarın? Yoksa, kabul etmediği halde bu duruma aldırış etmeden Rabb’ine dua etmeyi sürdürmen mi? Şimdi anlamaya başladığını görüyorum. Farkındasın değil mi? Bu cümlede iki farklı mana yüklü olduğunu şimdi çok daha net kavraya bildin umarım. Sen sen ol, duaların kabul olsa da, olmasa da Rabb’ini unutma. Dua etmeyi, O’nu anmayı bir an olsun bile bırakma. Bilirsin ki, Allah, hakkında hayırlı olan duayı kabul eder. Kabul olmayan bir duan için asla isyan etme ve Allah’a olan inancını yitirme. Sen duanı et, gerisini düşünme bile, unutma ki
Rabb’in senin için en güzelini, en hayırlı olanı gerçekleştirecektir. Israrın bir diğer anlamına takılı kalanlara bakacak olursak, onlar ne denli zararda olduklarının farkında olmadıkları gibi, bu durumu çok da umursadıkları gözlenemez. Onlar da ısrar ederler, dualarında ısrarcı olurlar fakat, biraz önce senin idrak ettiğin mananın tam aksine demir atmış durumdadırlar. Dua ederler etmesine de, bir süre sonra dualarının kabul olmadığını görünce ısrar etmeye koyulurlar ama bu ısrar dua etmek adına değildir, isyan etmek, duasının neden kabul olmadığını sorgulamak içindir. İşte bu da, cümledeki diğer manadır. Allah korusun, bu durum insanı küfre götürür. Rabb’i sorgulamak ne haddimize? O dilerse kabul eder, dilerse verir ve dilerse alır bunu unutma!
Allah, kulunun dileğini, isteğini yavaş yavaş halleder, kabul eder. Kulum beni unutacak mı, benden umudu kesecek mi yoksa her şeye rağmen beni anmaya, dua etmeye devam edecek mi diye sınar. Sonrasında ısrarında doğru yolda olanın mükafatını fazlasıyla verir. Senin en büyük hatan nedir biliyor musun? Bir kez dua ediyorsun ve bir daha o duayı düşünmüyorsun bile, yanılıyor muyum? Oysa ki, Rabb’den her gelene razı olmanın şuuru içersinde, duanda ısrarcı olmalısın. Buradaki bir diğer manayı sorgular gibisin, hissediyorum. Şimdi sen bana; ” Madem Allah, kulu için hayırlı olan duayı kabul eder ve dilerse kabul etmez, ne diye duamda ısrarcı olayım ki, O dilerse olur, dilemezse olmaz.” Diye soruyorsun. İşte bu da, manadaki diğer olumsuz anlamı görmektir. Unutma! Sen Rabb’ini unutmadıkça ve anmaya devam ettikçe Rabb’in de seni asla unutmaz. Sen duanı et, kabul olmadı mı yine et, yine mi kabul olmadı, yine ısrar et. Yeter ki her daim Rabb’inle birlikte olduğunu idrak et ve bunu yansıt. Şunu da belirtmek isterim ki, duanın da, dua etmenin de bir adabı ve türlü türlü şekilleri vardır ki burada bunların hepsine değinmeyeceğim. Dikkatini çekmek istediğim taraf, mutlak samimiyet ve teslimiyetle içinden geldiği gibi, hakkında hayırlı olanı Allah’tan dilemek ve bu manada dua etmektir. Birine bir kötülüğün dokunacaksa, bunun için Rabb’inden yardım dilemek adına dua etmek ne denli manasız bir bekleyiştir. İnsanlığa hayrı dokunmayacak bir iş için yaptığın duanın da kabul olmasını beklemek, ancak ve ancak kendini kandırmaktan ibarettir.
İstikametin ve yönün her neresi olursa olsun, her nerede olursan ol, Allah yolunda olmadıkça bil ki gittiğin yol yanlış, yöneldiğin istikamet belirsizdir. Şunu da unutma ki, Allah’ı hatırlamak ve anmak için illa ki dua etmek gerekmez, O’nun varlığını hissetmek ve buna inanmak da bir tefekkür ve yaşayıştır. Şimdi sen, evet sen! Her daim dua et Rabb’ine ve duanda ısrarcı ol fakat bir tek kendin için değil, tüm insanlık için, tüm yaratılanlar için dua et ki, duanın kabulündeki tecelliyi hisset. Unutma ki; Başkası için istemedikçe kendin için istemenin bir manası yoktur.
9-

KUL, RABB’İNİ İMTİHAN ETMEZ…

      İmtihan…
Hayatımız boyunca imtihan içindeyiz. Her bir safhanın sonunda ve her bir kazanımın ardında tekrar bir imtihana tabi tutuluruz. Biliriz ki bu imtihanın sonunda bir kazanç var, mutluluk var. Hiç kimse kaybetmek için imtihana girmez unutma! Demek ki her bir imtihanın ardında bir mükafat ve kazanç gizlidir…
Daha önceki makalelerimde değindiğim bir konuya dikkatini çekmek isterim. Allah, her musibetin, belanın ve sıkıntının ardına bir hediye, bir mükafat gizler. Fakat sen, o sıkıntıya ve belaya odaklandığın için ardındaki hediyeyi göremezsin. Bilmezsin ki sen Allah’ın sevdiği kulusun ve Rabb’in; Acaba kulum beni unutacak mı, yoksa her şeye rağmen beni anmaya devam edecek mi? Diye seni sınar. Sen sıkıntıyı görürsen, Rabb’ini göremezsin. Ardındaki huzuru görürsen, Rabb’inin her daim seninle olduğunu idrak edersin. Bu ne denli eşsiz bir mutluluk ve ne kadar muntazam bir sabırdır. Bunu hissedenler ve anlayanlar her ne olursa olsun, her ne belaya ve / veya sıkıntıya maruz kalırsa kalsın Allah’a olan bağlılığını ve inancını bir an olsun bırakmaz. Bilir ki, Allah onu seviyor ve sevdiği için zorlukları veriyor. Bu manayı teneffüs edenler zorluğu zorluk olarak asla görmezler. O zorluk bu kişiler için bir mükafat bir şükran sebebidir. Çünkü bilirler ki ardında kendilerini bekleyen nice mutluluklar vardır. En önemlisi de ardındaki mutluluğu beklemeden, bekleyiş içersinde olmadan Allah’ın sevgisini, sevdiği kul olduğunu bilerek sabretmek.
Kimileri, yüreklerindeki rahmetin ve ruhlarındaki imanın farkında olmadan hareket etmekte ısrarcı
olurlar. Kendilerini imtihan eden Rabb’i imtihan etmeye çalışırlar da ne denli zararda olduklarını fark edemezler. Düşünürler! Allah’ın kendilerine bağışladığı düşünme nimetini olumsuz yönde sarfederler. Acaba derler, ben o kadar çok ibadet ediyorum, kulluk vazifelerimi yerine getiriyorum,  bakalım Allah mükafatımı verecek mi, duamı kabul edecek mi? Haşa, Rabb’i imtihan etmek ne haddimize? Bu nasıl bir idrak, bu ne şekilde bir düşünme şekli? Şimdi beni iyi dinle;
      Şeytan bir gün Hz. İsa a.s’ın yanına gelir ve der ki :
-Ey İsa! Madem Rabb’ine bu kadar güveniyorsun, at bakalım kendini şu uçurumdan, seni kurtaracak mı ?
İsa Aleyhisselam zekasının hakkını vererek o helak edici yanıtı verir :
-Ey İblis! Bilmez misin ki, Kul Rabb’ini asla imtihan etmez!
      Buradaki teslimiyeti, adanmışlığı görebiliyor musun? Her ne olursa olsun, her şeye ve tüm olan bitene rağmen kendini Allah’a bırakmak en güzel güven ve en anlamlı sığınıştır. Unutma ki Allah, rahmetini asla ama asla kullarından esirgemez. Bu rahmet her insanda mevcuttur, kötü olanda da, iyi olanda da, Allah’a inananda da ve hatta inanmayanda da…Önemli olan bunu hissetmek ve kalbindeki rahmeti görebilmektir. Unutma! Sen artık dışarıyla değil, içeriyle meşgulsün. Sen artık kötülüğü değil, içindeki iyiliği görebilensin. Sen artık, kul olmanın ve mevcudiyetindeki Allah’ın idrakindesin. Bu durumda haşa, Allah’ı imtihan etmeyi değil düşünmek, aklına bile getirmek senin mayanda yoktur zaten. Allah, kullarını kendi sevgisinden ve rahmetinden yaratmışken, ruhunu kendi ruhundan üflemişken sen hala ne diye baktığın yerdeki güzellik yerine çirkinliği görmekte ısrarlısın? Sağ elinle bir dokun sol göğsüne. Oradaki her bir kıpırtıda Rabb’ini hisset ama bunu gerçekten hisset ve düşün, Rabb’ini her daim seninle olduğunu düşün. Hayırda ve şerde, belada ve huzurda her daim Allah’ın yarattıkları arasındaki en özeli, en sevileni olduğunu asla unutma.
      Düşünsene; Madem Allah her musibetin ardına bir hediye gizler ve madem her imtihanın sonucunda bir kazanç vardır, Allah’ı imtihan etmek de ne demek? O’nu, Rahman ve Rahim olan Allah’ı denemenin ne lüzumu  var? Bu zaten senin haddin olan bir durum değilken hala ne diye şirke ve küfre yönelmek için ısrar edersin? Unutma! Sen, dışarıyla değil, içeriyle meşgul oldukça, içindeki rahmeti idrak ettikçe belada ve sıkıntıda her daim Allah’ı anmaya devam ettikçe içinde bulunmuş olduğun o imtihan sana zorluk değil, tam aksine huzur verecektir. Çünkü ruhundaki Rabb’ini hissettikçe bu sınavı her daim kazanacağının bilincindesin, buna eminsin.
      Ne demiştik? Hiç kimse kaybetmek için sınava girmez. Bunu her daim anımsa ve unutma ki; ” Kul Rabbini İmtihan Etmez “
 
 

10-

MUTLU DEĞİL, MUTLULUK OLMAK…

      Mutluluk…
Her ne kadar sevinmek ile eş anlamlıymış gibi görünse de, mutlu olmak da en az sevinmek kadar geçici bir kavramdır. Oysa ki ben sana mutlu olmayı değil, mutluluğun kendisi olmayı öneriyorum. Mutluluğun kalıcı olmasını istiyorsan, mutlu değil mutluluk olmalısın. Nasıl mı? Dinlemeye devam et;
Mutsuz insan yoktur, mutlu olacağına inanmayan insan vardır. Bilirsin ki başarmak için önce inanmak gerek. Şimdi dikkatini bana ver ve iyice bir düşün. Mutlu olmak için sebep mi arıyorsun? Eğer biraz daha derine inersen mutlu değil, mutluluk olursun. Senin içinde, çok daha derinde sonsuz mutluluğun kaynağı zaten mevcut. Sen onu görmemekte ısrar ediyorsan bu kimin suçu? Şimdi biraz daha derine inmeni istiyorum. Hayır, daha da derine, özüne in. Orada Rabb’in rahmetini bulacaksın. Böylece hayatta her şeyi yapanın da , yaptıranın da Allah olduğunu idrak edeceksin ve bu his sendeki mutsuzluk denen o yok edici kavramı silip atacak. Çünkü bileceksin ki, başına ne gelirse gelsin Rabb’indendir. Çünkü anlayacaksın ki mutlu olmanı ve hatta mutluluğun ta kendisi olmanı engelleyecek hiçbir sebep yok.
Şimdi sana birkaç basit örneklemeyle kendini nasıl iyi hissedeceğini ve hatta her daim kalıcı mutluluğu göstereceğim. Dikkat ettiysen öğreteceğim demiyorum, öğretmek yanlış bir kelime bana göre. Çünkü zaten içinde var olan bir cevheri ben öğretemem ki, sadece gösterebilirim sana. Şimdi beni iyi dinle; Here gün işe gitmek için kullandığın güzergahtaki trafiğe kızdığın oluyor ve sinirleniyor ve söyleniyorsun bu duruma. Peki trafik buna aldırış ediyor mu? Değişen hiçbir şey olmuyor değil mi? Sen sadece kendini yıprattığınla kalıyorsun. Öyle ise, yok yere kendini üzmek niye? Bunun yerine tüm bu trafiğe rağmen gidebilecek bir işin olduğunu düşün, her şeye rağmen, sağlıklı olduğunu düşün ve her şeyden önemlisi, her şerde bir hayrın olduğunu düşün ve mutluluğu hisset. Biri tarafından haksızlığa mı uğradın veya biri sana hakaret mi ediyor? İçine dön ve de ki; ” O’nu da Allah yarattı, belki de böyle olmasını Allah istedi. O, benim üzerime geldikçe ben susmayı başarırsam sevaba gireceğim, konuşursam günaha. Biliyorum ki yapan da, yaptıran da Allah’tır.” Göreceksin, içine huzur dolacak ve mevcut durum seni mutsuzluğa değil, mutluluğa yönlendirecek. Burada önemli olan her zaman dediğim gibi dışarıyla değil, içeriyle meşgul olmaktır. Araban arıza mı yaptı? Dur, hemen sinirlenme. Belki de birkaç kilometre ileride bir kazaya sebep olacaktın ve Rabb’in bunu engelledi. Çok sevdiğin bir arkadaşın seni terk mi etti? Bekle, hemen içine dön ve düşün. Belki de böylece senin kıymetini çok daha iyi anlayacak ve mutlak bir dönüş yapacak. Yüklü miktarda bir para mı kaybettin? Dert etme, belki de sana hayrı olmayan bir işe harcayacaktın. Hem unutma, para amaç değil, araçtır. Kaybedersin ve kazanırsın. Önemli olan geri dönüşü olmayan kayıplar vermemek.
Hiç düşündün mü? Parmaklarını hareket ettiremeseydin neler olurdu? Bir bardağı tutarken veya bir eşya taşırken bu hiç aklına geldi mi? Veya dişlerin çenene sabit olsaydı ve çürüdüğünde çekmek mümkün olmasaydı? Sen, giyecek yeni bir ayakkabın olmadığında, ayakları olmayan insanları aklına getirdin mi? Sofrandaki yemeği beğenmediğinde, bu gece de aç uyuyacak fakirleri bir an olsun hatırladın mı? Şöyle bak bir etrafına, ne kadar şanslı olduğunu fark edeceksin ve anlayacaksın ki beterin beteri var. Rabb’in sana sayısız nimetler sunmuş. Görebiliyor, duyabiliyor, konuşabiliyorsun ve hatta yürüyor, koşuyor, oturabiliyorsun. Acıktığında envai çeşit yiyecek var, üşüdüğünde giyeceğin kıyafet. Ağaçları düşün, dallarındaki kuşları…Yeşili düşün, maviyi, sarıyı…Sonra suyu düşün, havayı, toprağı…Ve kendini düşün, neden dünyadasın, buraya niçin gönderildin? Eğer sana yaşama hakkı verildiyse bil ki özel bir insansın. Unutma! Küçük de olsa, bir boşluğu doldurmak için buradasın ve sen önemli bir varlıksın. Ve dikkat ettiysen mutlu olmak için, mutluluk olmak için o kadar çok neden var ki. Ama önemli olan görebilmek, hissedebilmek, idrak edebilmek.
Şimdi sahip olduklarına bir kez daha şükret ve şikayet etmeyi artık bırak. Başına ne gelirse gelsin asla isyan etme ve sadece gülümse evet gülümse. Hayır, ben sana Polyanna ol demiyorum, mutlu ol da demiyorum. Mutluluğun ta kendisi olmayı öneriyorum. Yaşadığın her kötülükte iyiliği, her çirkinlikte güzelliği ve her hüzünde sevinci görebilmeyi gösteriyorum. Unutma! Her ne olursa olsun sadece gülümse. Gülümsemek sadakadır, rahmettir, merhamettir. Düşünsene; Özgür bir ülkede yaşıyorsun. Bayrağın dalgalanıyor, ezanlar okunuyor. Hala bu şikayetin niye? Sana çok kısa bir misal vermek isterim;
Günün birinde bir derviş rahatsızlanmış ve hekime başvurmuş. Hekim, şikayetiniz nedir? Diye sorunca, Derviş: Haşa, şikayet ne haddime? Diye yanıt verir. Oradaki bir tanıdık söze karışır ve hekime: Kendisi derviştir, hiçbir şeyden şikayet etmez. Siz, rahatsızlığınız nedir diye sorarsanız yanıt verecektir. Demiş.
Görüyorsun değil mi? Ne denli bir idrak, nasıl bir teslimiyet ve itimat. Sana tavsiyem; Her ne olursa ama ne olursa olsun asla şikayet etme. Tüm olan biten karşısındaki göstereceğin sabır, Sıkıntının ardındaki mükafatı görmeni sağlayacaktır. Daima anımsa; ” Allah elindekini aldıysa, daha iyisini verecek demektir.”
11-

AŞIK DEĞİL, AŞKIN KENDİSİ OLMAK.

      Aşk…
Yürek işidir Aşk. Ruhani bir histir ancak. Zihnin bir kenara çekildiği, aklın bile idrak edemediği bir duygudur. Çoğu zaman tarifi imkansız diye adlandırılır, kimi zaman ise anlamsız tariflere maruz kalır. Her ne şekilde olursa olsun veya her ne isimle anılırsa anılsın Aşk, ancak hissedildiği kadardır. Hani bir söz vardır, anlatılmaz yaşanır diye. İşte bence aşkın tek tarifi budur.
Aşkı yaşamak için aşık olmak gerek diye bilinir hep. Ben buna katılmıyorum, bence aşkı yaşamak için aşk olmak gerek, aşkın kendisi olmak gerek. Ancak o zaman aşkı gerçekten hisseder ve yaşayabilirsin. Çünkü aşık olmak geçici bir duygudur, aşk bitince aşık olan da tükenir. Oysa aşk olmak, sonsuz bir duygu ve tükenmez bir histir. Nefes aldığın her an, yaşadığını hissettiğin her saniye aşkı yaşarsın çünkü sen aşksın. Aşkın tarifini imkansız olarak tanımlayan insanoğlu aşkı farklı farklı şekillere sokar. Sevgiliye olan aşk, anneye olan aşk, bir ünlüye olan aşk, mala ve mülke olan aşk vesaire…Aşkı örneklemek istersek eğer, buna zaman yetmez diyebilirim. Oysa bilmediğimiz, belki de bilip de bilmezden geldiğimiz bir aşk var ki, aşkların en güzeli, en kıymetlisi. Her insanın yüreğinde doğuştan var olan, ve ölümüne kadar asla yok olmayan bir aşk. Aslında bu tarifini yapmaya çalıştığım aşkın da üç farklı yolu vardır fakat bu yolların başı da, sonu da aynı yere çıkar hep. Çünkü bu his, aşıklık makamından sıyrılıp aşk makamına tecelli eden bir duygudur, bir yaşam tarzıdır. Ne mi? Evet, doğru tahmin ettin. Bu aşk, Allah aşkı, Peygamber ve Kur-an aşkıdır. Farkındaysan, hiçbir makalemde Allah’ı anlatmıyorum sana ben. Çünkü sen zaten O’nu biliyorsun. Benim görevim sadece sana bildiğin şeyi, Allah’ı hatırlatmak ve daha da önemlisi hissettirmek ve yaşatmak. Aşk da aynen böyle bir kavram, zaten yüreğinde zuhur eden aşkı sana anlatmak değil niyetim, zaten sende var olanı hissettirmek ve belki de unuttuğun bu duyguyu hatırlatmak.
Allah, kullarını kendi aşkından yaratmıştır ve yarattığı her kul kendinden bir parçadır. Hal böyle iken, her insanda tecelli bulan aşk, başlı başına Allah aşkıdır ve bu aşkı hissetmek için aşık olmaya gerek yoktur, çünkü insan zaten aşkın ta kendisidir. Allah’ı hissetmek, Allah’ı yaşamak, O’nun emir ve yasaklarına uymak seni doğrudan Peygamber aşkına ve Kur-an aşkına yönlendirir. Her ne kadar içindeki Allah aşkını idrak eden insan, diğer iki aşkı da sistematik olarak hissedecek olsa da, üçlü sac ayağı misali, herhangi birinin eksik olması düşünülemez bile. Eğer bu durum söz konusu ise, sen aşk değil, sadece aşıksındır veya aşık olduğunu sanıyorsundur. Bilirsin ki, bir şeyi yaşamak için bilmek yetmez, hissetmek gerekir. Aşk da böyle bir kavramdır. Aşkı bilirsin fakat hissetmediğin sürece sen aşk da değilsin, aşık da değilsin.
Sen, konumuz olan aşkı zaten biliyordun ama şimdi hatırladın. Buraya dikkat etmeni istiyorum; Aşk olmak için yani aşkın kendisi olmak için hatırlamak da yeterli değildir. Daha önce de değindiğim gibi hissetmek gerekir ki birazdan sana bunu yaşatacağım dikkat et!  Bu güne kadar bunu hissetmediğini, yaşamadığını düşünüyorsan endişeye kapılma, ben bunun için buradayım. Günümüz yaşamın koşuşturması ve telaşı zaten insana yaşama sebebini unutturmuş durumdadır. İnsanlar içlerinde zaten var olan ama off durumda, yani kapalı durumda olan bu rahmeti hissedemezler. Aslına bakılırsa düşünmek için kendilerine sadece bir dakika ayırsalar zaten idrak edecekler ne denli eşsiz ve tarifi imkansız olan bu gerçek aşkı. Nasıl mı? Dinle; Daha önceki makalelerimde de değindiğim gibi hiçbir şey Allah’ın rahmeti dışında gerçekleşmez. Senin nefes alman, yürümen, başını çevirmen, kısacası her bir hareketin Hakk’ın emri ile, rahmeti ile olur. Bir yaprak bile O’nun yüce rahmeti ile kıpırdar. Şimdi, varsa en yakınındaki bir aynaya bak, yüzündeki ayrıntıları incele. Gözüne, burnuna, dudaklarına kısacası her bir kıvrımına dikkatini ver. Nasıl özenle işlenmiş değil mi? Ne denli eşsiz bir sanat. Şimdi, bu sanatın sanatkarına aşık olmamak mümkün mü? Tabiatı düşün, ağaçları, çiçekleri ve türlü türlü olan renkleri düşün. Daha sonra vaktin varsa eğer, tabiattaki canlıları düşün, kuşları, ve hatta senin önemsiz sandığın en küçük canlıyı, bir sivri sineği düşün. Unutma! Allah, önemsiz olan hiçbir şeyi yaratmaz. Her canlının, Rabb’in yarattığı her bir varlığın var oluş sebebi mutlaka vardır.
Şimdi nasıl hissediyorsun? Bilmediğini sandığın ama zaten içinde var olan aşkı şimdi hissetmeye başladın. Sürekli tekrar etmeyi sevmem ama çok sevdiğim bir sözü hatırlatmak isterim sana; ” Bir anlık tefekkür, bin yıllık ibadetten çok daha hayırlıdır.” Tefekkür’ü Rabb’i hatırlamak, anmak ve yarattıklarından, nimetlerinden dolayı O’na şükretmek olduğunu biliyorsan eğer, ne demek istediğimi çok iyi anlayacaksın. Şimdi sana, belki de biraz önce hissetmeye başladığın aşkı her daim yaşamanı ve yaşatmanı öneriyorum. Gerçek huzura, mutluluğa ve kazanca sahip olmak istiyorsan bunu yapmalısın. Tekrar söylüyorum, bilmek ve / veya hatırlamak yetmez, hissetmek ve yaşamak gerekir. Unutma! Sen aşık değil, aşkın ta kendisisin !!!
 
 
 

12-

ZAHMETİN ARDINDAKİ RAHMET.

      Zahmet…
Rahatlığından ödün vermek, üşenme kavramını yerle bir eden bir idrak meselesidir zahmet. Zaten bu idraki teneffüs eden kişi, zahmeti zahmet olarak görmez. O, her daim hazır, her daim tetiktedir. Çünkü O, zahmeti değil, zahmetin ardındaki rahmeti görmektedir.
Yaşamda her şeye aşkla bakmak, aşkla görmek ve aşkla konuşmak ne güzeldir. Her bir şeyin aşk boyutunu idrak etmek, her zorluğun, her bir sıkıntının ve derdin üstesinden gelmek demektir. Zaten aşkla bakan insan, engelleri değil, engellerin ardındaki mükafatı görendir. Yüce Allah, kullarına her an rahmet lütfeder. Otururken, yürürken, ayakkabını bağlamak için eğilirken, konuşurken vesaire… Her hareketinde bu rahmeti hissedersen, yaptığın her bir eylem sana zahmet olarak görünmeyecek, aksine Rabb’in sevabını, rahmetini hissettirecektir. Nasıl olacak bu aşk boyutunu idrak etmek? Dilersen kısa örneklemeler ile seni aşk boyutuna taşıyayım ne dersin? Bu güzel şuuru yaşamak, iliklerine kadar hissetmek ister misin? O halde dinle!
Öncelikle Ben’lik sıfatından sıyrılıp Bir’lik Sıfatına soyunmak gerekir. Yani, yaptığın her hareketin senin tasarrufun doğrultusunda değil de, Allah’ın Rahmeti ve emri sayesinde olduğunu benimsemek gerekir. Nefsine bunu kabullendirmek, aşkı boyutunun kapısını çalma kısmıdır. Mesela, şu an oturuyorsun muhtemelen, hemen ayağa kalk ve bu esnada ” Ben kalkıyorum ” diye birkaç kez tekrarla kendi kendine. Nasıl, bunu yaparken üzerindeki ağırlığı hissedebildin mi? Şimdi ise,  ” Allah’ın izniyle, emanet beden kalkıyor ” diye tekrarlamanı istiyorum birkaç kez. Üzerindeki yükün hafiflediğini, bedenindeki zahmetin yerini Rahmetin aldığını hissettiğine eminim. İşte bu durum Aşk boyutudur. Bu his, zahmetin ardındaki rahmeti görmek ve yaşamaktır.
Sana bir öneri, bir nasihatte bulunmak istiyorum. Yapacağın her işin başında niyet et. Bilmeni isterim ki, niyetsiz ve Besmelesiz yapılan her iş hayırsızdır. Bunu sana katı bir kural olarak değil de, aşkla, sevgiyle yaşatmak istiyorum. Örnek vermek gerekirse, kitap mı okuyacaksın? ” Allah’ım, senin izninle bu kitabı okumaya niyet ediyorum, bana hayrını nasip et.” Diye başla. Evden mi çıkacaksın? ” Rabb’im, senin izninle evden çıkmaya niyet ediyorum, hayırlı işlerle meşgul eyle ve hayırlı insanlarla karşılaştır.” Diyerek çık. Ceketini giyerken, yemek yerken, arabanı kullanırken vesaire… Sana zaman kaybettireceğini düşünüyor olabilirsin, hatta bu sana zor gibi gelebilir ama birkaç kez denedin mi, sende alışkanlık yapacak ve niyetsiz hiçbir işe başlamayacağını göreceksin. Böylece her an Rabb’i anacak ve her şeyi O’nun izniyle ve rahmetiyle yapmış olacaksın. Bundan daha güzeli var mı?
Önerime kulak verip de, sana söylediklerimi uygulamaya başladığında zihninde zahmet diye bir kavram kalmadığını, bunun yerine rahmet tecellisini hissetiğini fark edeceksin. Evet, işte şimdi sen Aşk boyutundasın. Artık aşkla bakıyor, aşkla görüyor, aşkla duyuyor ve konuşuyorsun. Çünkü yüreğinde zuhur eden Allah aşkı sana bunu hissettiriyor. Her bir varlık, her bir vuku Rabb’in rızası ile olmuyor mu? Allah, başlı başına bir aşksa eğer, onun yarattıkları, olmasını istediği her bir şey zaten aşktır.
Sen! Baktığın her yerde Allah’ı görüyorsan, zaten hiçbir zorluk, hiçbir dert sana zahmet olarak görünmeyecektir. Çünkü sen, artık zahmetin ardındaki rahmetle meşgulsün.
13-

RABB’İNLE KONUŞ…

      Konuşmak…
Yaratılanlar arasında en özel olana bağışlanan, kendini ifade edebilme, anlaşabilme yetisidir konuşmak. İnsan, konuşmak ister. Bu, onun doğasında vardır. Doğduğu günden itibaren, kendini ifade etmeye, derdini anlatmak için çaba sarf eder. Ve insan, kendini anlayana konuşur, kendini dinleyene anlatır.
Konuşan insan, sözü kesilmediği, itiraz edilmediği ve dinleyicisinin sıkılmadığı sürece zevk alır konuşmasından. Anlattıkça anlatası gelir, susmak istemez hiç. Konuşmak, anlatmaktan ziyade istemektir, dilemektir, talep etmektir ve  kimi zaman yalvarmaktır, haykırmaktır. İsteğinin yerine gelmesi, insanı yine konuşmaya, istemeye ve en nihayetinde teşekküre ve şükre sevk eder. Yani hem başlangıçtır, hem sonuçtur konuşmak.
Burayı iyi dinle; Çocukluğundan bu yana dertlerin oldu, hüzünlerin oldu. Hatta sevinçlerin oldu, mutlulukların oldu ve de bunları paylaştığın dostların oldu, düşmanların oldu değil mi? Sen, seni en çok dinleyen ve anlayana daha yakın hissederken kendini, seni umursamayan ve anlamak istemeyenlerden de uzaklaştırdın kendini yanılıyor muyum? Bu hep böyle olmuştur ve böyle olmaya da devam edecektir. Dikkat edersen, sen anlatmaya bir başladın mı emin ol ki, karşındaki kişinin de sana anlatacağı çok şey vardır hep. Sen derdini açmaya başlarsın ama karşındakinin de yarasını açarsın da bunu çok geç farkına varırsın. Demek oluyor ki, seni bu güne dek mutlak bir sükunetle ve sabırla dinleyen olmadı hiç ve olmayacakta. Burada mutabık mıyız seninle? Hayır, değiliz. Neden mi? Çünkü sen yine dışarıya dikkatini veriyorsun, oysa ben sana her defasında içeriyle meşgul olmayı önerdim. Ne vardı içinde? Özün var, rahmet var, Rabb’in var. Senin derdini anlatmak için veya sevincini paylaşmak için bir başkasına ihtiyacın yok ki. Seni kayıtsız şartsız dinleyen ve seni herkesten çok anlayan, en yakın dostun, en adil Hakk’ın ve en samimi Rabb’in var.
İçinden ne geliyorsa ve hatta nasıl istiyorsan öyle konuş Rabb’inle. Evet evet, beni yanlış duymadın Rabb’inle konuş diyorum. Şimdi sen bana, ” Öyle şey mi olur, hiç Allah’la konuşulur mu?” Diyorsun bana. Ben de sana diyorum ki, seni O’ndan başka dinleyen, O’ndan başka anlayan ve sana almadan veren bir tek O, bir tek Allah değil mi? Peki ne diye kendini hala yalnız hissedersin? Ne diye onca kalabalığın içinde kendine konuşacak birini arasın da bulamazsın? Daha hala neyi düşünüyorsun? Sanırım beni anlamadın sen. İçine dön diyorum sana, özünü bul diyorum. Özündeki rahmeti gör, Rabb’ini hisset diyorum her daim. Sıkıntıda mısın, bir derdin mi var, ya da kendini hiç olmadığın kadar kötü mü hissediyorsun? Hiç düşünmeden konuş Rabb’inle. Her nerede ve her ne şekilde olursan ol. Yönün neresi olursa olsun, yürürken veya otururken, yatarken veya koşarken, günün her saatinde veya gecenin herhangi bir bölümünde, her zaman, her an konuş. Unutma ki, seni şüphesiz dinliyordur O. Konuşurken samimi ol, gerçekçi ol, yakın ol. Anlatırken saf ol, öz ol, sen ol. Kendini Allah’a ısmarla, benliğini Allah’a teslim et ve O’na emanet ol.
Dua sadakadır, dua konuşmaktır ve dua Allah’ı anmak, yakarmak, şükretmektir. Buraya dikkat et! Çocukluğundan beri birçok dua ezberletildi sana, belki de birkaç sure, bir iki ayet. Dikkat ettiysen ezberletildi diyorum. Oysa ezber tekdüzedir, duygudan uzak ve bir o kadar soğuktur. Sorarım sana, ezberlediğin kaç duanın anlamını öğrendin? Öğrendiğin kaç anlamı gerçekten yüreğinde hissettin? Ben sana dua ezberleme demiyorum, ben sana ezberlediğin duanın anlamını öğrenme de demiyorum dikkat et. Farkındalığı farketmeye çalış. Yaşamadığın, hissetmediğin şey nötrdür, ölüdür. Oysa ben sana canlılığı, hissetmeyi gösteriyorum. Tabi ki ibadet ederken olması gerektiği gibi, arapça olarak zikretmelisin duayı. Hayatta her şeyin bir kuralı olduğu gibi, ibadetin de kuralı budur, çünkü bu şekilde emrolunmuştur. Ama sen,” Elhamdülillahi Rabb’il Alemin ” derken, bu cümlenin anlamını ” Alemlerin Rabb’i Olan Allah’a Hamd Olsun ” Olduğunu bilmiyorsan ve bu manayı idrak etmiyorsan, bakıyorsun ama görmüyorsun demektir. Beni iyi dinle! Ben sana Rabb’inle konuşmak için arapça öğrenmelisin de demiyorum. Elbet arapçayı da öğreneceksin, bu senin görevin. Ama Allah’la konuşmak için buna gerek yok ki. Sen hangi dilde konuşursan konuş, hangi dinden olursan ol, hangi ırkta ve ülkede yaşarsan yaşa, Allah seni her şekilde anlar ve her halinle kabul eder unutma.
Haydi, hala neyi bekliyorsun? Şimdi her neredeysen ve her ne yapıyorsan bırak. Derin bir soluk al ve Konuşmaya başla Rabb’inle. Sebepsiz yere mi diye soruyorsun bana, hissediyorum. Sence sebep yok mu? Sence Rabb’le konuşmak için bir sebebe gerek var mı? De ki; ” Ey güzel Allah’ım, beni bu günün sabahına uyandırdın, şüphesiz rızkımı da hazırladın, bana verdiklerin için, mevcut durumum için Sana hamd olsun.” İçinde beliren huzuru hissediyor musun? Şu an kendini daha bir huzurlu hissettin değil mi? Bir başka örnek vermek gerekirse; ” Rabb’im, şu işi yapmaya Senin rızanla yapmaya niyetlendim, Sen hayrını nasip et.” De ve bırak. Gerisini düşünme bile. Her daim seninle beraber olan Allah, seni koruyacak, kollayacak, er ya da geç dilediğini sana verecektir. Buradaki güveni, desteği hissediyor musun? Ne güzel bir duygudur Rabb’le konuşmak. O’na inanmak, O’na sığınmak ve her şeyi O’ndan istemek. Sana son kez söylüyoum, senin bir başkasına ihtiyacın yok. Sana Allah yeter. Yüreğini aç ve Rabb’inle konuş.
Rabb’im, herkesi sebepli veya sebepsiz, gerekli veya gereksiz, her ne şekilde olursa olsun kendisiyle meşgul etmeyi ve kendisiyle konuşmayı nasip etsin. Amin.
 
 
 
 
 

14-

ÖNCE OL!

      Olmak…
Var olmak, yoktan var edilmek, oluşmaktır olmak. Bir de var olanın olması, Olma kavramına erişmesi vardır ki, bu durum olgunluğa erme halidir. Fakat unutulmamalıdır ki, her var olan olgunluğa erecek diye bir kaide asla yoktur. Zaten olmak derken gerçek manada kast ettiğim buydu.
Bir tohum ekmeden yağmur duasına çıkmak ne kadar gereksiz ve saçma ise, henüz olmadan büyümeyi istemek de bir o kadar yanılgıdır insana. Anlamaya çalış! Ben, yoktan var olmayı kast etmiyorum. Ben, var olanın, olma kavramına ermesini anlatıyorum, anlıyor musun? Bir ağacın dalındaki bir meyveyi düşün, henüz küçücük ve tatlanmamış. Bu meyveyi yemek istemezsin çünkü henüz olmamış dersin değil mi? Oysa ki o meyve zaten vardır fakat olmamıştır. Bir yemek yapıyorsun ve o yemek henüz pişmediği için, yine olmamış kelimesini kullanıyorsun. Oysa ki yemek tencerede zaten mevcut ama henüz pişmediği için o yemek olmamıştır. İşte, insan da böyledir. Zaten vardır ama henüz olmamıştır. Burayı fark edebildin mi? Var olmak ama henüz olmamak. Ne tezat değil mi? Dinle!
Bir çiçeği düşün. Ama toprak yok, bahçe yok, ne anlamı kaldı? Önce bahçe olmalı ki, o bahçede çiçek açmalı, yeşermeli, renklenmeli. Bahçe olmadan çiçek olmaz unutma. Bu durumun tam aksini düşünecek olursan, çiçeksiz bir bahçenin de bir manası yoktur. Kuru bir topraktan dahasını düşünemezsin. Yani orası bahçe değildir değil mi? O halde, önce olmak gerekir ki benim sana anlatmak istediğim bu değil, bir önceki manasıdır dikkat et!
İnsanlar yanılgıdadır. Birçok istek ve talepleri vardır ve bu hep böyle devam eder. İstemek, öğrenmek ve / veya değişmek elbette ki güzeldir, bu bir gelişmedir fakat insan farkında değildir ki, önce kendini, özünü bulamadıkça öğrenme ve değişme isteği her defasında sonuçsuz kalacak veya istediği sonucu veremeyecektir. Buraya dikkat et! Sen, kimsin? Niye buradasın ve amacın ne? Kendini gerçekten tanıyor musun? Tıkandın değil mi? Çünkü sen henüz olmamışsın. Bu yüzden dana diyorum ki; Önce Ol!
Allah’ın yarattığı her kul insandır fakat her insan kul değildir. Buradaki ince çizgiyi fark edebiliyor musun? Biraz doğru ama bir o kadar yanlış bir cümle gibi gözükse de gerçek şu ki, ben müslümanım demek, gerçekten müslümanlığın şartlarını yerine getirmedikçe bir anlam ifade etmediği gibi, ben kulum demek de, kulluk vazifelerini bilmeden, öğrenmeden ve yerine getirmeden kul olabilmek manasına asla gelmez. Evet, seni Allah yarattı. sen bir insansın ve Allah kullarını kendisine ibadet etsinler diye yaratmıştır. Kul demek ibadet etmek demektir unutma. Amacım sana burada kul olmayı ve ibadet etmeyi anlatmak değil, sen bunları zaten biliyorsun. Bildiğin bir şeyi ben sana öğretemem, bu saçma olur. Benim derdim, senin içinde mevcut olan ” Olma” kavramını sana hissettirmek. Sen zaten varsın, bir hacmin ve ağırlığın var. Fakat henüz olmamışsın anlıyor musun? Var olman, oldun anlamına gelmez. Birazdan olmaya başlayacaksın ve bunu hissettiğinde seni içinde hapseden zinciri kırmış olacak ve dışarı fışkıracaksın. Dışarı diyorum, dikkat ettin mi? Dışarıya çıkmak için önce içeride olmak, içeriyi bilmek gerekir. Her zaman söylüyorum, dışarıyı unut, dışarıyı bırak. Sen içine dön, içini bul ve oradaki kendini, benliğini ve Ol’mayı hisset. İşte o zaman içine sığmayacak ve dışarı fışkıracaksın. Hiçbir meyve önce çekirdek olmadan meyve halini almaz. Sen, önce çekirdek ol ki meyve olabilesin. Nasıl mı? Dinlemeye devam et.
Sen ruhani bir varlıksın ve ruh düşünmez, düşen zihindir. Önce zihni susturmalısın çünkü sen zihni susturmazsan o seni susturacaktır ve zaten öyle yapıyor da sen farkında değilsin. Zaten farkıdalığı farketsen zihin seni değil sen zihni kullanırsın. Burayı anladın mı? Zihnini kullan ama dikkat et, o seni kullanmasın. Olmak istiyorsan zihnini değil, ruhunu dikkate almalısın. Ruhunu dinlemeli, ruhunu hissetmelisin. Zihin seni yanıltır, seni kandırır ve her daim yanlışı gösterir dikkat et! Oysa ki ruh saf olandır, gerçekçidir ve doğrudur. Sana daha önce aşk boyutunu göstermiştim Aşık olan zihinse eğer, aşk olan, aşkın kendisi olan ruhtur değil mi? O halde sana ” Önce Ol ”  diyorsam, bedeninle değil, ruhunla olacaksın. Burası maddeden sıyrılıp, manaya erme safhasıdır. Şimdi yine her zamanki gibi kendine sadece bir dakika ayır ve bana kulak ver. Önce derince bir nefes al ve oksijeni ciğerlerinde hisset. O muntazam serinliği, tazeliği ve zindeliği fark et. Bedenini unut, zihnini unut ve sadece bir ruh olduğunu düşün. Buraya kadar her şey yolunda mı? Peki öyle ise şimdi sıra Ol’maya geldi. Yavaş yavaş olacaksın sabret. Şimdi de dışarıyı çıkar aklından ve sadece ama sadece içine dön, özüne dön ve oradaki rahmeti hissetmeye başla. Acele etme, ağır ağır, yavaş yavaş…Sen, özel bir varlıksın. Rabb’in seni özellikle bu dünyaya gönderdi ve burada olmanı O istedi. Unutma ki O, her şeye rağmen seni çok seviyor. Sen her ne kadar ben kulum desen de ama kul olduğunu kendin bile hissedemesen de O, yine de seni sevmekten, senin yanında olmaktan bir an olsun vaz geçmedi, geçmeyecek. Rabb’inin rahmetini, nurunu hissedebiliyor musun şimdi? Biraz önce içine çektiğin o taptaze havada bile hissettin değil mi? Nefes almak yaşamak demektir. Nefes alıyorsan varsındır, yaşıyorsundur. Ama befes alırken kendini değil de Rabb’ini yaşıyorsan işte sen o zaman Ol’uyorsundur dikkat ediyor musun?
Şimdi, önce istemeyi öğrenmeyi, sonra istemeyi anlamaya başladın. Bu hep böyledir. Bir şeyi önce yapmayı öğrenirsin ve sonra yaparsın. Arabayı kullanmayı öğrenmeden arabayı kullanamadığın gibi, önce olmayı bilmeden olamazdın da… Hayatının her anında içindeki rahmeti hissedersen eğer, Ol’mak için sana hiçbir şey engel teşkil etmeyecektir. Daha derin düşünürsen, yaratılma sebebini idrak edersen ve kul olabilmen için neler yapman ve neleri bilmen gerektiğini bilirsen işte sen o zaman Ol’dun demektir.
Şimdi her şeyi bir kenara bırak. Biraz önce tüm okuduklarını geçici olarak dahi olsa unut ve buraya çok ama çok dikkat et! Sana tüm bu makalenin veya  bu güne dek yaşamış olduğun hayatın kısa bir özetini sunacağım ve sen sadece bu cümleyi idrak ettiğinde zaten Ol’muş olacaksın. Şimdi sen bana; ” Madem kısa bir cümleyle bu iş olacaktı, neden bana tüm bu yazılanları okuttun?” Diyorsun. Bir şeyi unutuyorsun, bilmek yeterli değildir, bildiğini yaşadığın zaman bildiğini hissedersin unutma! Bu yüzden sana önce bilmeni gösterdim, şimdi ise yaşamanı istiyorum. Buraya bak! Sen, gören, duyan, konuşan ve hisseden bir varlık olarak. Gördüğün, duyduğun, konuştuğun ve hissettiğin her şeyde Rabb’ini yaşıyorsan Ol’dun demektir, kendini bildin demektir, sen oldun demektir. İşte şimdi meyve olmaya başladın ve tadını fark ediyorsun.
Burayı unutma! Sen, sana sunulan nimetlerin sahibini unutmadıkça, farkındalığı fark ettikçe sensindir. Ve şimdi sana diyorum ki; ” Önce Ol! Sonra Olgunlaş…”
15-

SADECE GÜLÜMSE.

      Gülmek…
      Mutluluğun yansımasıdır, sevincin göstergesidir gülmek. Kimiz zaman isteyerek, kimi zamansa istem dışı yapılan bir eylemdir. Önemli olan, yaşayarak gülmek ve / veya gülerek yaşamaktır.
      Her ne durumda olursan ol, kısacık bir gülümseme seni huzurlu kılar. Çünkü gülümsemek sadakadır, çünkü tebessüm  vefadır. Gülümsediğin an yüreğine zuhur eden rahmeti hissetmemen mümkün değil. Şimdi hemen dene istersen, farkı sen de farkedeceksin. Zaten önemli olan da farkındalık değil midir? Hiçbir sebep yokken dahi gülümseyebiliyorsan, hayatını sevgi bahçesine dönüştürüyorsun demektir.
      Asıl mühim olan, gülmeye sebep olan değil de, sebep olmayan veya senin sebep olmadığını düşündüğün durumlarda gülebilmektir. Sana yapılan bir hakaret, kötü bir söz veya karşılaştığın olumsuz bir durum karşısında sadece gülümse. Evet, sadece gülümse. Göreceksin, hem senin hem de karşındaki kişinin üzerindeki negatif enerji birden uçup gidecek. Allah, gülümsemenin içine kendi rahmetini gizlemiştir. Buraya dikkat et, kahkaha demiyorum, gülümseme diyorum. Sen gülümsediğin zaman, sabrını hissedecek, sen sabrettikçe gülümsemenin kıymetini bileceksin. Paralel orantıyı fark edebildin mi? Sen sevgiyle bakarsan, her yeri sevgi olarak görürsün. Sen gülünce, herkes güler. Sen gülünce çiçek açar, bahar gelir…
      Yaşamın boyunca her daim bir imtihan içindesin ve vasıl olan da zaten bu imtihana karşı gösterdiğin tutumdur. Sükunetini muhafaza edersen mükafatı, olan bitene söylenirsen sıkıntıyı görürsün unutma! Ben sana, hayat her daim güllük gülistanlıktır demiyorum. Hayatı gülistana çevirecek olan sensin diyorum burayı kaçırma. Başına ne gelirse gelsin, senin verdiğin tepkidir seni sonuca götüren. Sen iyimser yaklaşırsan iyiyi hissedersin, kötümser yaklaşırsan da kötülükten başkası değildir senin yaşadığın. işte bu yüzden her ne olursa olsun sadece gülümsemeni öneriyorum sana. Kötü bir haber mi aldın, gülümse…Bir derdin mi var sadece gülümse, çünkü beterin beteri var. Biri sana kötü mü davrandı, yapacağın tek eşey gülümsemek olsun. Trafik sıkışır, sen söylenirsin ama trafik buna aldırmaz ve sen kendini yıprattığınla kalırsın öyle değil mi? O halde sıkışan trafiğe sadece gülümse… Gülümsemenin yüreğindeki büyüyü fark edeceksin. Tebessümün özündeki rahmeti hissedeceksin. Seni kimse üzemez, üzülen sensin… 
      Sıkıntısız bir hayat düşünülemez. İnsanlar bilirler ki sadaka verdiklerinde veya bir yardımda bulunduklarında mevcut sıkıntıları geçer, bu böyledir de zaten. Yüce Allah, yapılan hiçbir iyiliği boş çevirmez, mükafatsız bırakmaz. Sen, kendini iyi hissetmiyorsan, yapacağın hiçbir şeyin olmadığını düşünüyorsan her şeyi bırak ve sadece gülümse. Şimdi sen bana soruyorsun; ” Bu kadar basit mi? Eğer öyle olsaydı kimsenin sıkıntısı kalmazdı” Diyorsun. Evet son derece basit, yapacağın tek şey sadece gülümsemek. Allah sıkıntıyı verir, sana gülümsemek kalır. Çünkü bu, senin imtihanındır. Eğer gülümsemenin sana kazandırdığı sevabı önceden bilseydin, emin ol bir anını bile gülümsemeden geçirmezdin…
 
 
 
 

16-

ÖLMEDEN ÖNCE ÖLMEK…

      Ölmek…
      Her şeyin sonu, bir tükeniş hissidir. Kimine göre yolun sonudur ölmek. Oysa, ölmeden önce ölmek var ki, bunu idrak eden insan yaşarken değil, ölünce uyanır…
      Bilinenin aksine sonsuzluğa uyanıştır ölmek. Sen bu dünyada yaşadığını zannedersin, ölünce bu yaşamın son bulacağını düşünürsün ama yanıldığının farkında değilsin. Çünkü düşünen zihindir, oysa hisseden ruh…Ne diyor hadiste; “Ahirette, dünyadayken afiyette olanlar, sıkıntıda olanlara bağışlanan mükafatları görünce, keşke yeniden dünyaya gönderilsek de derilerimiz makasla kesseler.” Diyecekler. Burayı anlayabiliyor musun? Asıl yaşam orası, asıl canlılık orada.
      Ölmeyi gerçek yaşam olarak idrak etmek, yaşamdayken ölmeyi hak etmekle eş orantılıdır. Ölümü sevgiyle kucaklayan Salih kullar, kendileri için asıl uyanışın ve mükafatın o alem olduğunu bilirler. Buraya dikkat et! Kendileri için diyorum, çünkü onlar ölmeden önce uyananlar, ölmeden önce ölenlerdir. Henüz ölmeden, dünyaya gönderiliş sebebini idrak edenler, kul olabilme mertebesine gelenler ölümü bir son değil, tam aksine asıl başlangıç olduğunu yüreklerinde hissederler. Ben senin ölmeni istemiyorum, tam aksine uyanmanı istiyorum, ölmeden uyanmanı…Anlayabiliyor musun???
      Ölmek öyle bir hakikat ki. Rabb’e kavuşmak, Rabb’le buluşmaktır. Bundan daha güzel bir şey düşünebiliyor musun? Kim istemez ki Rabb’iyle buluşmayı? Bu durumda herkesin ölmek istemesi gerek. Biraz tezat değil mi? Ölmeyi kim ister? O halde beni iyi dinle. Ben sana ölmeden önce ölmeyi öneriyorum. Bu hayatı terk etmeden, canın yanmadan, sevdiklerinden ve sevdiğin şeylerden ayrılmadan. Ölmeyi, asıl uyanış olarak nitelendirmiştik az önce hatırlarsan. O halde hala neyi bekliyorsun, hala uyuduğun yetmedi mi? Uyan artık, uyan! Gerçeğini, amacını, huzurunu hisset iliklerinde. Hep söylerim ve söylemeye de devam edeceğim. Dışarıyı unut artık, sen içeriye dön. Asıl uyanış senin içinde, asıl cennet senin özünde. Rabb’inle buluşmak istiyorsan içinle meşgul ol. Bunun için ölmene gerek yok.
      Şimdi kendine çok kısa bir zaman ayır. Bir veya iki dakika yeterli olacaktır. Yalnız olacağın bir ortam daha iyi hissetmeni sağlayacaktır. Sessizliğin sesini dinle önce, gözlerini kapa ve varlığını hisset. Dünyadan irtibatını kes, nefsini bir kenara bırak ve zihnini sustur. Sadece ama sadece ruhunu hisset. Sen ruhani bir varlıksın. Ölünce yanında götürebileceğin tek şey ruhundur unutma! Bu güne dek hep nefsini besledin, artık ruhunu besle. Ancak bu sayede ölmeden önce ölmeyi, yani gerçek uyanışı ve aydınlanmayı yaşarsın. Dilersen kaldığımız yerden devam edelim. Sadece içindeki rahmete odaklan. Rabb’inin yüreğine bıraktığı sıcacık tecelliyi gör. Her ne olursa olsun O, daima seninle. O, sana bir annenin evladına olan şefkatinden çok daha fazla yakın. Düşün şimdi, neden buradasın, neden bu dünyaya gönderildin? Seni bu denli özel kılan ne? Bin bir çeşit nimetlerle ödüllendirildin, farklı farklı zevklerle tatlandırıldın, sahip olduklarınla müjdelendirildin. Şu an bir evin var, belki de bir araban. Gidebileceğin bir işin ve sevdiklerin var. Çok basit bir örnek vermek gerekirse kavurucu yaz sıcağında bir ağaç gölgesi bulup serinlediğin olmuştur elbet. Bir “Oh” demişsindir muhtemelen. Peki, o ağacın sahibini düşündün mü hiç? Hayır hayır, asıl sahibini kast ediyorum ben, Allah’ı. Peki ya, sana yapılan en küçük bir iyilikte teşekkür etmeyi bir alışkanlık haline getirdiğini fakat, seni bu dünyaya gönderen ve asıl iyiliği sana sunan Rabb’ine teşekkür etmeyi hiç aklına getirdin mi? Bu soruların sadece birine bile Hayır yanıtını veriyorsan, sen zaten yaşayan bir ölüsün demektir. Yo, kızma bana. Bu bir hakaret değil, hakikat! 
      Biz insanlar nedense hep hakikatten kaçıp, işimize gelene odaklanmış durumdayızdır. Çünkü adı üzerinde işimize böyle geliyor. Oysa ben sana işine geleni değil, içinden geleni yapmayı gösteriyorum. Dikkat et! İçinden geleni dedim. Çoğunluk içinden geldiği şeyi yaptığını zanneder ama bu bil yanılgıdır. Onlara içlerinden geldiğini sandıkları şey egodur, egonun sesidir. Sen, egonu değil de ruhunu dinlersen gerçek yaşamın, gerçek uyanışın farkını fark edeceksin. Uyuma! Ölmeden önce cenneti yaşamak istiyorsan, ölmeden önce ölmelisin !!!
 
 
 

17-

TESLİM OL!

      Teslimiyet…
Mutlak bir adanmışlık, kabulleniş ve boyun eğiştir kimi zaman. Belki de birbirine zıt gibi görünen iki faklı manaya çıkar yolları teslimiyetin. Biri, zorla bir başkasının egemenliğine geçiş, diğeri ise tam aksine yürekten ve isteyerek kabulleniştir.
Hayatta bir şeyi bilmek kafi değildir. Bildiğin şeyi yaşamadıkça özümseyemezsin. Bildiğini hissetmedikçe anlayamazsın. Bunun için de, bildiğin şeye tüm mevcudiyetinle teslim olmalısın. Aksi takdirde, o şeyi yaşadığını sanırsın ama yanılırsın. O halde zihnini, ruhunu ve bedenini bildiğin şeye, sevdiğin şeye, istediğin şeye teslim et. Buradaki ince çizgiyi algılamanı isterim. Teslimiyet, gerçek manasıyla idrak edilirse eğer, feda etmek, vermek ve bütünüyle teslim olmaktır. Zorla teslim olunan şeyi yaşamak, sevmek veya anlamak mümkün değildir.
Toplum, manevi açıdan bir boşlukta. Bu yüzden depresyon denen ruhi hastalığın çoğaldığı neredeyse her insanda mevcut olduğu gözlenmektedir. Aslında, depresyonun gerçek uyanış için bir işaret olduğu bilinse, bu durumun bir sıkıntı değil de, mükafat olduğu anlaşılır. Fakat az önce de belirttiğim gibi, toplum maalesef ki bir boşluk içersinde ve bu yüzden her denilene, her yapılana inanmak veya meyil verme durumundadır.
Allah, inanan ve inanmayan her kulunun yüreğine rahmetini sunmuştur. Ateisti de, sufiside bu bu tecelliye sahiptir. Ama toplum, içine değil de, dışına dönük yaşamaya şartlandırıldığından bu rahmeti göremez. Şu da bir gerçek ki, bir şeyi bilmek ne denli yetersiz kalıyorsa, görmek de bir o kadar eksik bir duygudur. Dışarıyı bırakırsın, içeriye dönersin ve içindeki rahmeti görürsün fakat hissedemedikten sonra bir manası kalmaz. Bildiğini, gördüğünü yaşamalısın. İşte bunun için teslimiyet gerekir, teslim olmak gerekir.
Depresyonu bir uyanışa, aydınlanmaya dönüşmesini istiyorsan toplumun düştüğü yanılgıdan sıyrılmalı, o karanlık boşluktan çıkmalısın. Bu da ancak ve ancak maneviyatın yaşanması ile olur. Maneviyat, Rabb’i tanımak, inanmak, saygı duymayı ön gören ve inanan kişinin de düşünceleri ve davranışlarıyla da buna inanmasını sağlayan ruhani bir histir. Bu hissiyatı ruhumuzda yaşamanın tek bir yolu vardır oda yine teslimiyet.
Peki, nasıl olacak bu teslimiyet? Nasıl teslim olacaksın, bunu nasıl hissedeceksin? İbadet ediyorsun ama o huşuyu yaşamıyorsun. Dua ediyorsun ama şuurun bunu hissedemiyor. Neden? Çünkü farkında değilsin, çünkü o an orada değilsin, çünkü teslim olmamışsın. Anlayabiliyor musun? Okuduğun duanın manasını bilsen, yaptığın ibadetin manasına varacaksın. Yaptığın ibadetin manasını idrak etsen, Rabb’ini yaşayacaksın. Rabb’ini yaşıyorsan, sen zaten tüm mevcudiyetinle teslim oldun demektir.
Rabb’ini yaşamak yani tam manasıyla teslim olmak içinse yapman gereken tek bir şey kaldı o da öğrenmek. Buraya dikkat et! Bilmek demiyorum, öğrenmek diyorum. Bir dua biliyorsun, ama anlamını bilmiyorsan, bildiğinin bir manası kalmaz. Çünkü bildiğinin ne olduğunu bilmiyorsun. Anlayabildin mi? Bilme, öğren. Buraya kadar her şey tamamsa eğer, öğrenmenin de yeterli olmayacağını bilmeni istiyorum. Hoppala! Şimdi bu da nereden çıktı? Dediğini duyar gibiyim. Bekle, sana anlatacaklarım henüz bitmedi.
Tüm bu okuduklarını toparlayacak olursak eğer, toplumun ortak sorunu olan depresyondan kurtulman için, manevi boyuta geçmeni – ki bu zaten senin özünde mevcut – ve bunun için de bildiğini öğrenmeni, öğrendiğini idrak etmeli ve idrak ettiğin manayı yaşamanı önermiştim. Ve tüm bu olan biten içinse, Zihni bir kenara bırakmalı, sadece ruhunu hissetmeli, tam bir adanmışlıkla Rabb’ine teslim olman gerektiğini söylemiştim. Teslim olmazsan, dünyevi olan her bir şeyi ardında bırakıp Allah’ın huzurunda durmazsan emin ol ki, yaptığın ibadetten de, ettiğin duadan da bir şey anlamayacak ve akabinde yaptığın hiçbir şeyden tat almayacaksın.
Yaşamı, yaşama sebebini ve yaşama sebebinin manasını idrak etmek istiyorsan teslim ol!
 
 
 
 
 

18-

İŞİNE GELENİ DEĞİL, İÇİNDEN GELENİ YAP.

      Mazeret…
Başlı başına bir özürdür mazeret. Geçerli veya geçersiz bir nedendir kimi zaman. Çoğu zaman ise zihnin bir tuzağıdır. Ve insan,  belki de bir tek bu tuzağı bu kadar çok sever. Çünkü işine geleni yapmak da işine gelir insanın.
Doğası gereği kolay olana meyil verir insan. Oysa bilmez ki zafer, yorgun olanların değil, rahatlarına kıyabilenlerindir. Aslında zorluk kavramı da yine zihnin tuzaklarından biridir. Senin için hayırlı olan, yararı dokunan şeyleri zor olarak gösterip, kolay yolu seçmene ve akabinde bunu kendin için bir mazeret olarak kabul etmene neden olur. O halde mazeret senin içinden gelen değil, işine gelen bir duygudur.
İçinde nelerin mevcut olduğunu bir bilsen, asla mazeret kavramına başvurmazsın. Ben, bu duruma üşenme hali diyorum. Çünkü, hiçbir mazeret olmadığı halde, üşenmek senin işine geldiği için yapman gereken şeyin değerini göremiyorsun. Neden sürekli ” İçine dön, içine dön ” diyorum? Neden neredeyse her makalemde, yorumlarımda veya seminerlerimde bunu irdeliyorum? Çünkü sen, içindesin. Çünkü kainat senin içinde. İhtiyacın olan her şey içinde mevcut zaten. Ama sen her daim dışarıda arıyorsun çareyi, huzuru ve mutluluğu. Yapma! Bu, seni daima yanıltır ve bir o kadar yıpratır. Yapman gereken tek şey özünü bulman. Özün nerede? İçinde…
Şimdi şöyle bir düşün. Nedir seni  bu denli üşenmeye, kolay yolu seçmeye ve dolayısıyla mazerete iten şey? Gerçekten doğru olanı yaptığına inanıyor musun? Yoksa, işine geleni değil de, içinden geleni yapmak mı doğru olan? Nasıl, zihnin kilitlendi değil mi? Kendine bile doğruyu söylemeye cesaretin yokken, bu defa kendini kandırmayı bile başaramadın. Çünkü, doğru her zaman doğrudur. Doğru olan bir şeyi yapmak, bir şeyi doğru yapmaktan daha mühimdir. Ve doğru olansa senin içindeki, özündekidir.
Sana içindeki rahmeti, sevgiyi, huzuru ve kısacası aklına doğru ve güzel gelen her şeyi içinde araman gerektiği söylenmedi hiç. Rabb’in, bereketin, ahlakın ve doğru yolun içinde var olduğu gösterilmedi. Yaşam,  her daim seni dışınla, dışarıyla ilgilenmeye itti. Yalnız olduğunda, çaresiz hissettiğinde hep dışarıda bulacağını sandın çareyi ve her defasında yanıldın. Artık uyanma zamanı, artık gerçeği görme zamanı. Uzaklara değil, en yakınına, içine odaklanma zamanı. Sus ve sadece hisset gerçek yaşamın ruhunda filizlendiğini.
Allah, kulunu yaratırken şüphesiz rızkınıda hazırlar. Kul, henüz ana rahmindeyken kaderi yazılır ve bin bir nimetle ödüllendirilir. Yaratılan her tür canlı ve cansız varlık emrine sunulur. Fakat kul, Rabb’ine bir teşekkürü çok görür. Bunu yapmamak için, türlü mazeretler üretir, üşenir ve en sonunda unutur, tamamen unutur. Teşekkürü de, yapılan iyiliği de, Rabb’ini de unutur kul. Oysa Rabb’i onu bir an olsun unutmaz. Ne nimetini esirger kulundan, ne de merhametini.
İnsanın bu hatası, ömürleri boyunca huzursuz hissetmelerine neden olur. Çünkü gerçek huzurun içinde olduğunu görmez ve de görmemekte ısrar eder. Oysa bir bilse Rabb’ine olan teşekkürün ve şükrün ardındaki mükafatı, başını secdeden kaldırmaz. Mazereti nedir insanın, işlerinin yoğunluğu mu, hayatın koşuşturması mı yoksa rahatına kıyamadığı mı? Ya da bir özrü, bir engeli olmalı. Diğer yandan  nice camiler ve mescitler engelli insanlarla dolu. Kaldırıp ellerini semaya Rabb’lerine dua ederler, ve kulluk vazifelerini ifa ederler.
Peki nedir senin engelin söyler misin? Gözün mü görmüyor, bir kolun mu yok, yoksa bacakların mı? Peki ya sence bunlar, seni yoktan var eden ve sana sayısız nimetler sunan Rabb’ine teşekkür etmek için bir mazeret mi? Dikkat et, hala uykudasın, hala yanılgıdasın ve yazık ki hala farkında değilsin. Artık bırak mazereti, bırak kolayına geleni ve unut gitsin işine gelen her şeyi. Allah, seni seviyor ve her daim yanında. Sen onu unutsan da, O seni asla unutmuyor ve dikkat edersen hala nefes alıyorsun, görüyorsun ve duyuyorsun. O, bir an bıraksa senin üzerindeki rahmeti, bunların hiçbirini yapamaz, ölürsün! Fakat sen, Rabb’ini hatırlamıyor, düşünmüyor ve hissetmiyorsan zaten yaşayan bir ölüsün.
İşine gelen iş değil, içinden gelendir senin işin, görevin unutma! O halde, güle uzanmak için dikeni gözden kaçırma ve kolay olan yerine doğru olanı tercih et. Çünkü sen doğru olarak yaratıldın. Ve doğru olan; İşine geleni değil, içinden geleni yapmaktır.
 
 
 
 
 
 

19-

KİŞİSEL ÇELİŞİM…

      Tezat değil mi?
      Anlatmak istediğim de buydu zaten. Çünkü çağımızın en büyük yanılgısıdır bu. Ne mi? Beni izlemeye devam et!
      Tüm kitapçılar ve bir çok yayın evleri kişisel gelişim kitapları ile dolu ve hatta bu konu üzerine bir çok uzman ve sektör bulunmakta. Gelişmek, geliştirmek elbette ki güzeldir fakat benim anlamadığım, bilmediğin bir şeyi geliştirmek nasıl oluyor? Burayı anlamaya çalış! Toplum, henüz kişiliğini bulmuş ve / veya oturtmuş değil, bir boşlukta, bir arayışta. O halde kişisel gelişim tekniği ne şekilde yararlı olacaktır ki? Burada bir eksiklik, bir hata var. Kişi, önce içindeki kişiyi, benliğini bulmalı ve daha sonra bunu geliştirmenin yollarını araştırmalıdır. Yanılıyor muyum?
      Toprağa ektiğin tohuma su vermezsen, topraktan dışarı çıkamaz ve dolayısıyla gelişemez değil mi? Senin görevin önce içeride olanı, tohumu bulman ve onu beslemen. Daha sonra dışarıda olana özen gösterip geliştirmen. Farkındaysan tüm çiçekler ve en büyük ağaçlar dahi köklerinden beslenir. Dışarıda olan yani toprağın dışında olan kısım olsa da sana güzel görünen, sen onu suladıkça o su yine onun özüne, köküne inecek ve oradan besleyecektir.
      Sen, belki de sana basit gibi görünen ama aslında çok büyük bir yanılgıdasın. Önce içini, özünü keşfetmelisin. Önce çekirdeğini beslemelisin. Bilirsin ki, bir meyvenin dışı her ne kadar lezzetli ve güzel görünse de, içi çürükse eğer, dışındaki güzelliğin ve lezzetin hiçbir anlamı kalmayacaktır. Muhtemelen, içinin çürük olduğunu farkettiğinde onu yemeyecek ve belki de bir kenara bırakacaksın. Şimdi ne oldu? O leziz meyve ne işe yaradı. Dışına muntazam bir özen gösterdin, yıkadın, temizledin ve daha sonra bir baktın ki içi çürük. Demek oluyor ki, içi boş olan bir kavramın dışını dolduramazsın. Temeli olmayan bir binanın sağlam olması düşünülemez. Üzerine ne kadar kat çıkarsan çık, bir o kadar riske girecek ve yıkılması kaçınılmaz olacaktır unutma!
      Şimdi anlayabiliyor musun benim anlayamadığım tarafı? Sen içindekini bilmezsen onu nasıl geliştireceksin. Üstüne üstlük, bilmediğin şeyi, yine bilmediğin bilgilerle dolduracak ve o bilinmeyeni daha da çok büyüteceksin. Senin beslediğin şey bilgi değil, koca bir bilinmeyen olacak. İnsanın özü zihni değil, ruhudur. İnsan ruhani bir varlıktır. Bilgi geçicidir, bilgi seni vezir de eder, rezil de. Ama özün, ama ruhun seni hiçbir zaman yanıltmaz çünkü özünde Yaradanın, Rabb’inin rahmeti vardır. Sen, bir kez bunu keşfettiğinde gerçeği özümseyecek, kişiliğini idrak edecek ve daha sonra bu kişiliği geliştirmeye özen göstereceksin. 
      Şimdi oldu değil mi? Kişiliğini geliştirmek için, önce kişiliğini keşfetmen gerektiğini artık biliyorsun. Kişiliğini keşfetmenin özünde yatan rahmetin Rabb’in olduğunu da biliyorsun. Ve sen artık Rabb’ini de hissediyorsun.  Tamamdır! O halde sen, artık kişisel çelişim değil, kişisel gelişim kavramına odaklana bilirsin. Artık içine sindire bildiğin kişiliğini geliştirebilirsin. Evet, ne duruyorsun?

20-

DÜNDEN SONRA, YARINDAN ÖNCE…

      An…
En kısa zaman birimidir an. İçinde bulunduğun şimdiki zamandır. Ve sen, şimdiyi yaşıyorsun, dün bitti ve hatta birkaç saniye önceki yaşadıkların da geride kaldı. Elinde olan sadece bu andır. Yarından haber var mı? Yarını yaşayacağına dair bir senedin var mı? O halde ne diye kaygıdasın? Ne diye gelecek için endişe taşımaktasın? Üstelik, geçmişin yaralarını hala kendin acıtmaktasın. Neden elindeki bu anın avuçlarından akıp gitmesine izin veriyorsun? Sen, geçmiş ve gelecek arasında sıkışıp kalmaktan elindekinin kıymetini anlayamıyorsun.
Yaşayan her canlı sadece bu anı yaşar. Her ney yaparsa yapsın, her ne düşünürse düşünsün sadece bu an içinde gerçekliğini sürdürür. Yaşayan için kar da, zarar da bu anın eseridir. Demek oluyor ki, her ne güzel şey yapıyorsa, yanına kar kalacaktır her canlının. Çünkü, en kıymetli olan zamandır, bu andır ve geri dönüşü olmayan, telafisi yapılmayan tek şeydir zaman.
Kendini bilen, yaşama sebebini idrak eden insan, elinde gelenin fazlasını feda eder bu gün için, bu an için. Çünkü onun sorumlulukları vardır, çünkü onun amacı vardır, hedefi vardır. En önemlisi ise, kendini bilen insanın Rabb’i vardır. Bilirsin ki; Kendini bilen, Rabb’ini bilir, kendini bilen hakikati bilir ve hakikat, sadece ama sadece bu gündür, bu andır. O halde, en güzel eylemlerle, en faydalı amellerle değerlendirdiğin an senin için huzura dönüşecektir. Çünkü zaman kavramının geçiciliği seni ilgilendirmeyecek, tam aksine geçmiş olan, geride bıraktığın zamanların da hep hayır olarak anılacaktır. Bu senin için de, Rabb’in için de ne muntazam bir duygudur. Kıymetini bilene…
Allah’ı her daim hisseden,  her hareketinde anan ve zikreden kul, dün ile alakadar olmaz ve akabinde yarının kaygısı o kulda tezahür bulmaz. Çünkü, kendini Rabb’ine emanet eden insanın, rızkından da, hayrından da şüphesi olmaz. Bilir ki Allah, her daim yanındadır ve bu gününü de, yarınını da hazırlamıştır. O halde ne diye toplum kaygı içinde, ne diye yarının endişesini duymakta. Rabb’ine güvenmez mi, O’na inanmaz mı? O, bir çok ayetinde bunu belirtiyor zaten. Kul, hiçbir zaman kendini çaresiz hissetmemeli, Rabb’ine sığınmalı ve kendini ve sevdiklerini O’na ısmarlamalıdır.
Dikkat et! Ben sana boş boş otur, hiç bir şey yapma, Allah senin rızkını verecektir demiyorum. Sana aklı veren de, fikri veren de Allah. Tabi ki çalışacak, çabalayacaksın. Ama bilmiş ol ki, en değerli şeyin olan zamanını hayırlı amellerle geçirdiğin vakit senin dünün karlı, yarının garantidir. Sen bu güne, sadece bu ana odaklan ve elinde var olan sadece bu anını en iyi şekilde değerlendir. Bu gün, için rahatsa ve gönlün huzurluysa, yarını düşünme bile, dünü aklına bile getirme. Çünkü sen zaten doğru yoldasın.
Tabi ki gelecek için planlar yapacaksın! Plansız yaşayan insan, rüzgarda bir oyana, bir buyana savrulan kuru bir yaprağa benzer. Hem cansızdır, hem de nereye gittiği belli değildir. Burayı anlayabiliyor musun? Plan yapmamandan yana değilim ben. Tam aksine, düzenli ve planlı yaşamı öneriyorum. Yaşam kurallardan ibarettir ve her şeyin yeri ve zamanı vardır. Ama sen, sadece gelecek zamana odaklanırsan, sadece yarınına önem verirsen ne bu gün kalır elinde, ne de dününden eser.
Ne demiştik? Dün bitti, yarın ise henüz belli değil. Elinde kalan tek şey bu gündür.Kıymetini bilmeye bak. Çok sevdiğim bir söz ile toparlamak istiyorum. ” Bulutun, nehirdeki yansıması sadece bir anlıktır. Bulut gider bir yana, nehir akar bir yana, sen kalırsın ortada.”
 
 
 

21-

ORADA OL!

      Orada mısın?
      Evet, sana soruyorum. Gerçekten sen, orada mısın? Belki de ben sana bu soruyu sorana kadar farkında bile değildin. Fakat şimdi dikkatini bana yönlendirdiğin için dolayısıyla orada olup olmamanın ne anlama geldiğini sorgulamaya başladı zihnin ve işte şimdi sen oradasın. Çünkü bedeninle birlikte artık zihnin de, düşüncen de orada. Peki ya ruhun?
      Gün içersinde bir çok mekanda bulunuyor ve hatta orada vaktini geçiriyorsun. Her ne kadar bedenin orada olsa da, aklın, düşüncelerin, kısaca zihnin çoğu kez çok başka yerlerde oluyor. Ve sen, belki de neleri kaçırdığının veya hangi değerleri yitirdiğinin farkına bile varamıyorsun. Oysa ki, tüm mevcudiyetinle, tüm kalbinle ve ruhunla orada olsan, orada olmanın hakkını versen, yaşadığın ortamı çok daha farklı bir hale getireceksin. Ve aynı zamanda bulunduğun yerin çok daha başka bir yer olduğunun farkına varacaksın.
Hatalar, insanlar içindir ve bilinir ki hatasız kul olmaz. Ama aynı hatanın birkaç kez tekrarlanması durumu çok daha farklı bir boyuta taşır. Bir işi yaparken, dikkatin o işte değilse, düşüncelerin farklı yerlerde ise, yaptığın iş ya yanlış olacak, ya da muhtemel bir kazayla sonuçlanacaktır. Ve bu sonuç sana kaybı yaşatacaktır. Bir öğrenciyi ele alalım. Ders esnasında iken, kendisi orada fakat aklı başka yerde ise,o derste öğrenmesi gerekenlerin o öğrenciye hiç bir getirisi olmayacak. Ve sonuç, kocaman bir kayıp. Fark edebildin değil mi? O öğrenci, o an orada değildi. Çünkü orada olsaydı, anlatılan dersi, söylenenleri, belki de duvara yeni asılan bir çerçeveyi dahi fark edecekti. Belki de, öğretmeninin soracağı bir soruya yanıt verecek ve bu durum belki de yıl sonu notunu etkileyecekti. Kazancı görüyor musun? Mükafatı fark edebildin mi?
Zihin, türlü oyunlarla senin aklını karıştıracak ve mevcut duruma dikkatini vermeni engelleyecektir. Çünkü zihin yanıltır, çünkü zihin kurnazdır. Senin kulağına türlü vesveseler fısıldar ve seni aldatır. Oysa ki olaylara zihninle değil de ruhunla yaklaşmış olsan, içinde bulunduğun durumun sana kattığı değeri çok daha net fark edecek ve kazanan sen olacaksın.
Allah, yaşamı belli bir düzene göre planlamış ve bu yaşam içindeki her şeyi yine belli bir düzen içersinde yaratmıştır. Hayatta her şeyin bir kuralı ve bu kuralların bir çok sebep ve sonuçları vardır. Mesela dinimiz, çok muntazam bir sistem ve eşsiz bir huzurdur. Yaratılan her şey gibi güzel dinimiz de muhteşem bir plan ve kurallar dahilindedir. Örnek vermek gerekirse sen, kural gereği namaz kılmadan önce abdest alıyorsun, sen o an oradasın, çeşmeyi açtın yapman gerekenleri zaten biliyorsun ve başladın abdest almaya. Fakat o an aklına başka bir şey geldi ve dikkatini o konuya odakladın, bir yandan da abdest almaya devam ediyorsun. Sonra birden kendine geldin ve…Evet aynen tahmin ettiğin gibi, acaba yüzümü yıkamışmıydım, yoksa ağzıma su vermeyi unuttum mu?Gibi daha nice soru işaretleri ile karşı karşıyasın.Şimdi ne oldu? Aldığın abdestin sana ne yararı dokundu? Tekrar abdest almak zorunda kalacak ve sonuç yine kocaman bir kayıp, zaman kaybı. Şimdi dikkatini vermeni istediğim çok daha farklı bir konu var. Abdest alırken veya ibadet ederken orada olmazsan, tüm benliğini ve ruhunu yaptığın şeye odaklamazsan yaptığın işten de, ibadetten de bir tat alamayacak ve akabinde yaptığın şeyden hiçbir şey anlamayacaksın. Burada önemli olan zaman kaybı değil, senin, yaptığın işten ne alabildiğindir. Hissetmediğin şey, senin değildir, unutma!
Hayat içindeki yaşanan bir çok kazalar ve kayıplar, kişi veya kişilerin o an orada olmadıkları için olur çoğunlukla. Farkındalık bilincinin idrak edilememesi zaten en büyük kayıptır bence. Çünkü farkında değilsen, orada değilsin. Orada değilsen, zaten farkında değilsindir. Burada önemli olan, sen farkında olmadan elinden kayıp gidenler ve yitirdiğin değerlerdir. Görüyorsun değil mi? Orada değilsen, sonuç hep hüsran.
Şimdi sana bir önerim var. Her ne olursa olsun, düşündüğün, yaptığın veya planladığın her şeyi yaşa. Yaptığın her hareketi, baktığın her yeri ve konuştuğun her bir kelimeyi yaşa, o an orada ol. Her şeyin farkında ol. Ama unutma ki, bunu zihninle değil, yüreğinle, ruhunla başarabilirsin. O an orada değilsen, oradaki hediyeyi, oradaki serveti göremezsin. Orada değilsen, kazanamazsın, kaybedersin. Ve en önemlisi, sen orada değilsen, O sen değilsin!
 
 
 

22-

OLDUĞU KADAR, OLMADIĞI KADER…

      Kader…
Kainatta, olacak şeylerin zamanını, yerini, özelliklerini ve nasıl olacaklarını, henüz onlar olmadan Allah tarafından bilinmesi ve takdir edilmesidir kader. Allah’ın ezelde takdir ettiği şeyleri, zamanı gelince bu takdire uygun olarak yaratmasına ise kaza’dır. Kaderi bir plana benzetirsek eğer, kaza da plana uygun olarak o şeyin yapılmasıdır diyebiliriz. Aynı zamanda kaza ve kader İmanın şartlarındandır.
İnsanlar büyük bir yanılgının içindeler. Her şeyi kaderden bekleyip öylece beklemekteler. Sonuç olarak hiçbir kazanç elde etmediklerinde ise hep kaderi suçlarlar. Benim kaderim buymuş deyip, boş boş oturup beklemek değildir hayat. Her ne kadar kadere bağlıysa yaşam, Allah kullarına cüzi irade vermiştir. Sen elinden geleni yap, hatta fazlasını yap ama kararında yap. Tüm çabana rağmen, sana verilene razı ol ve elindekiyle yetinmeyi bil ki mükafatı hak edesin.
Ne yapsam olmuyor diyerek isyan etme, daha fazlası içinse ısrarcı olma. Sen niyetini et, üzerine düşeni yap, ötesini Allah’a bırak. Gerisini düşünme bile, sorgulama. Ne demiş Şems-i Tebrizi; ” Olduğu kadar, olmadı
kader.” Ne de güzel açıklamış güzel insan. Olanla yetinmeyi, olmayana razı gelmeyi en mükemmel şekilde izah etmiş. Sen her duanda Rabb’inden hayırlı olanı iste ve yine de de ki; Razıyım Rabb’im senden her gelene.
Sen en ufak bir sıkıntıda diyorsun ki; Benim kaderim böyle yazılmış, demek ki nasip değilmiş huzur. Neler yaptım, çok dualar ettim ama değişen bir şey olmadı. İşte sen yine yanılıyorsun, nefsine yeniliyorsun. Oysa ki her defasında ısrar ediyorum ve sana diyorum ki, dışarıyı bırak, zihnini unut. Sen sadece içine dön ve ruhunun derinliklerindeki huzuru hisset. Orada özünü bulacaksın, özünde Rabb’ini göreceksin ve Rabb’inden geliyorsa gelen, onu sevgiyle kucaklayacaksın. Senin kaderin elbette ki henüz sen var olmadan yazılmış fakat unutma ki sen bir imtihan içindesin. Rabb’in istedi seni var etmeyi, demek ki yaratılma gayen var, demek ki ufak da olsa bir boşluğu doldurmak için gönderildin bu hayata.  O halde, doğru olanı bil, doğru yoldan git ve her daim doğru ol ki, hayatın doğru olan yanını görebilesin.
Toplum, her zaman daha fazlasını ister, çünkü bu şekilde programlanmıştır zihinleri. Oysa zihinleriyle değil de yürekleriyle hareket etseler, her şeyin çok daha fazlasına sahip olduklarını idrak edecekler. Sen de öylesin, inançlısın biliyorum, Rabb’ine dua ediyorsun ve hatta O’nun rızası için istiyorsun ama isteğin olduğu zamansa çoğu kez şükretmeyi, Rabb’ine teşekkür etmeyi unutuyorsun farkında mısın?. Bu da seni hep daha fazlasını istemeye itiyor. Bu hep böyle olmuştur, aza kanaat etmeyen çoğu bulamamıştır unutma!
Ben sana dua etme demiyorum, ben sana isteme de demiyorum dikkat et! Tabii ki dua edeceksin, elbette ki Rabb’inden isteyeceksin. Her derdin dermanı O değil midir? Yoktan var eden O değil midir? Sana istediğini verebilecek de bir tek O’dur, Allah’tır. Sen duanı et, ne istiyorsan Rabb’inden iste ama O’ndan gelene razı ol, elindekiler için şükretmeyi asla ihmal etme. Her neye sahipsen, sahip olmayanları düşün. Her ne şekilde yaşıyorsan, yaşayamayanları aklına getir ve anla. Bulunduğun yeri anla, sebebini anla.
Benim davam farkındalık. Ben sana farkında ol diyorum, bak ama gör diyorum. İleriyi, daha da ileri gör diyorum ama sen görmemekte ısrar ediyorsun, bu durumda ne benim, ne de senin elinden bir şey gelir. Burada önemli olan idrak etmek, bilincinde olmak anlıyor musun? Yap ama yaptığını bil, bil ama bildiğini idrak et ve akabinde idrak ettiğin şeyi ise hisset ki yaptığından bir şey anlayabilesin.
Hiçbir zaman şartları gereğinden fazla zorlama, hırs insanı yıpratır, her şeyin makul olanı yararlı olduğu gibi hırsın da bir derecesi vardır. Ne demiş atalarımız; Azı karar, çoğu zarar. O halde yeteri kadar iste, o halde hayırlı olanı iste, o halde herkes için iste. Ve de ki; ” Rabb’im, hakkımda hayırlı olanı, hayırlı oranda nasip et. Ne seni unutturacak, ne de kendimi şaşıracak olanı ver. Razıyım senden her gelene.” De ve bırak. Melekler senin için dua edecektir, kainat senin için seferber olacaktır. Çünkü sen kendini Allah’a ısmarladın, çünkü sen Rabb’ine tevekkül ettin. Çünkü sen, olduğu kadarına razı geldin, olmadığını kadere bıraktın…
23-

DUA, ALLAH’IN KAPISINI ÇALMAKTIR, DİRETMEK HADDİ AŞMAKTIR.

      Dua…
Çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmektir dua. Allah’ın yüceliği karşısında kulun aczini itiraf etmesi, sevgi ve saygı duyguları içinde lütuf ve yardımını dilemesidir. Dua, sınırlı ve aciz olan insanın, sınırsız ve sonsuz kudret sahibi olan Allah ile kurduğu iletişim ve köprüdür. Bu sebepledir ki  insan, tarihin hiçbir döneminde duadan uzak kalmamıştır. Dua zikirdir, ibadettir. Duanın önemini aksetmek içinse, Peygamber Efendimiz ( s.a.v ); ” Dua, İbadetin Özüdür.” Buyurmuştur.
En son ne zaman dua ettin? Hayır hayır, namaz dualarını kasdetmiyorum. Rabb’ine yönelip, ne zaman O’nunla konuştun? İlla ki sıkıntıda olman gerekmez. Huzurluyken de, mutluyken de dua etmeyi, Rabb’inle konuşmayı ihmal etme. Bilirsin ki Allah, duasında ısrarcı olanı sever. Israr kelimesi ise hep yanlış anlaşılmış ve / veya yanlış yerlerde kullanılmıştır. Doğru olanı yapmak için ısrar etmiyoruz da, neden doğru yapamıyorum diye diretiyoruz hep. Buradaki ince çizgiye dikkat etmeni isterim. Burada bir isyan var, sorgulama var farkında mısın? İşte sen, dua ediyorsun etmesine de, dua etmeye devam etmek yerine neden kabul olmadığını
soruyorsun Rabb’ine. İşte burada haddini aşıyorsun da farkında değilsin. Oysa ki bilmez misin? Allah, duanın kabul vaktini en iyi bilendir. Unutma ki, Yüce Rabb’imiz, yavaş yavaş halleder işlerini.
Bir ziyarete gidersin, birkaç defa evinin kapısını çalarsın da açan olmaz ya hani. Belki bir defa daha denesem mi diye ikilemde kalırsın hatta. Ama kapının açılmadığını görünce ya vazgeçer gidersin, ya da kapıyı çalmak da ısrar edersin değil mi? Peki hiç düşündün mü, kapının ardındaki kişinin müsait olup olmadığını, hiç aklına getirdin mi hasta mıdır veya uyuyor mudur diye? Açılmayan kapıyı çalmakta diretmenin sana getirisi nedir ki, hala ısrar ediyorsun? Toplum olarak bir alışkanlık içindeyiz. Kilitli olan kapıyı bile zorluyoruz, acaba açılır mı diye. Kilitli işte, ne diye zorluyorsun ki? Bunu çok sık yapıyoruz biliyorsun değil mi? İşte gereksiz olan her şey gibi haddinden fazla diretmek de gereksiz ve bir o kadar yanlış bir davranıştır.
Ne güzeldir her daim Allah’ı hissetmek, O’nu anmak ve dua etmek. Ne muntazam bir idraktir her an Dua etmek, tefekkür etmek, şükretmek. Fakat bilmeni isterim ki, en hayırlı dua, ardına bakmadığın, arkasını sorgulamadığındır. Hep söylerim; Sen duanı et ve bırak, ötesini düşünme bile. Kabul olup olmayacağını aklına bile getirme. Unutma ki, hakkında hayırlı olan duayı kabul eder Rabb’im. Sen razıysan Allah’tan her gelene, sorgulamanın bir manası yok değil mi?
Bir kıssayı sana hatırlatmadan geçemeyeceğim. Hz. Musa Peygamber’in zamanında bir ailenin çocukları olmuyormuş. Hz. Musa’ya gelerek, Allah’a sebebini sormasını istemişler. Hz. Musa ise Yüce Allah’a sormuş, Allah’da o ailenin çocuklarının olmayacağını bildirmiş ve Hz. Musa,bunu o aileye söylemiş. Aradan uzun yıllar geçmiş ve aynı aile bu kez yanlarında küçük bir çocukla gelmişler Hz. Musa’nın yanına. Hz. Musa, bu kimin çocuğu diye sorduğunda, bizim çocuğumuz Ya Musa yanıtını alınca çok şaşırmış ve bir o kadar mahçup olmuş. Sormuş Hz. Musa Mevla’ya; Rabb’im, hikmetinden sual olunmaz ama o ailenin çocuklarının olmayacağını bildirmiştin, nasıl oldu da çocukları oldu? Diye. Allah’tan yanıt gelmiş; “Ey Musa, o aile benden ne dualarını eksik ettiler, ne de ümitlerini. Çok istediler ve sabrettiler, ben de onlara evlat nasip ettim.”
Sakın pes etme, asla ama asla Rabb’inden ümidini kesme. Sen duanda da, sabrında da ısrarcı ol her daim. Ama sakın ola bu ısrarını duanın icabeti hususunda kullanma. Ne diyor En’am Suresi 91. Ayette; ” Allah De, Ötesini Bırak.” O halde, sen de Allah’ın kapısını çal ve bırak. Elbet, Mevlam sana kapısını açacaktır.Bu gün olmasa, yarın mutlaka…
 
 

24-

ÖZÜNÜ BİLEN, SÖZÜNÜ BİLİR…

      Söz…
Yaratılan en özel varlığa, insana bağışlanan konuşma nimetinin can bulmuş halidir söz. Düşüncenin veya bir fikrin vücuda gelmiş şeklidir. İnsanı doğruya da götürür, yanlışa da. Burada önemli olan, sözün doğru yerden çıkması değil midir zaten? Doğru olan insanın sözü de doğrudur, çünkü o insanın doğruluğu özüdür, özündendir.
Söz öyle sırlı bir şeydir ki, nice kapılar açar, nice mucizeler doğurur kendi yüreğinden. Ve yine söz, öylesine derin bir kavramdır ki, birçok hatalar ve yanlışlar barındırır en dibinde. Sözün önce zihinde filizlenip, daha sonra dilde tezahür etmesi büyük bir yanılgıya iter insanı. Söz, önce özden doğmalı, yürekte can bulmalı ve ruhunda zuhur etmelidir.
Şimdi soruyorsun bana; ” Sözü düşünen zihindir, bunun ruhla veya özle ne alakası vardır?” Diye. Gördün mü bak, kendin söyledin, düşünen zihindir dedin. Bizim zihinle işimiz yok. Ben sana her defasında diyorum ki, zihninle değil, ruhunla bütünleş. Derine, çok daha derine in ve oradaki özünle buluş. Sen özünü, kaynağını bilirsen, sözünü de bilirsin, sözün gideceği yeri de…Burayı anlayabiliyor musun? Önemli olan sözün nereden çıktığı değil, sözün çıkmasını tetikleyen sebeptir. Özünde barındırdığın kinse, sözünde de kin olacaktır. Sen özünde sevgiyi yaşatırsan, sözün de sevgi saçacak ve sevgi olacaktır. Sözün, senin özünün bir yansımasıdır. Ve söylenen sözün, asla geriye dönüşü olmaz…
Allah, kullarını yaratırken, her kulunun özüne kendinden bir parça bırakır. Dolayısıyla insanın özü Rabb’dir, hakikattir, rahmettir. Hal böyle iken, özü Allah olanın sözü de yine Allah olmalı değil mi? Özünde yaradanını barındıran, özünü her hareketinde hisseden insanın konuştuğu sözler de yine Allah kelamıdır. O halde nasıl olur da hala küfürler, kavgalar ve anlaşmazlıklar yaşanır? Nasıl oluyor da, cinayetler, savaşlar ve kayıplar bitmez? Ben sana yanıt vereyim mi? Dinle o halde.
Çekirdek olmadan meyve olmaz, tohum gelişmeden fidana dönüşmez. Bunları adın gibi biliyorsun değil mi? O halde çekirdeğin ve tohumun da içeride, meyvenin veya bitkinin özünde olduğunu da biliyorsun. Çekirdekte sorun varsa meyve olmaz, tohumda hata varsa, bitki oluşmaz. Veya başka bir açıdan bakacak olursak, tohumdaki veya çekirdekteki kodlar ne ise, oluşacak meyve de, çiçek de odur. Bir papatyanın tohumundan gül olmaz, bir elmanın çekirdeğini toprağa ektiğinde portakal oluşmaz. Özü ne ise o…
Bir meyvenin özü çekirdeğidir ve çekirdek, o meyvenin oluşma nedenidir. Peki, senin özün, çekirdeğin, oluşma nedenin ne? Allah! Allah’ın olduğu yerde yanlış olmaz, Allah’ın ve Peygamberinin ( s.a.v ) kelamının geçtiği yerde kötülük zuhur bulmaz. O halde, özünde Allah olanın, özünde Peygamber ( s.a.v ) olanın, sözünde de yine özünde var olan güzellikten başka, doğruluktan başka bir şey olmasının mümkünü yoktur.
Sen, ruhani bir varlıksın. Öteki yaşama giderken yanında götüreceğin tek şeydir ruh ve ruhun senin merkezindir, merkezinde ise özün vardır. Sen, önce bir içine dön, derine in ve özünü bul. Özünü bulursan, özünü bilirsin. Özünü bilirsen, sözünü de bilmiş olursun.
 
 
 
 

25-

UYARIŞ, UYANIŞTIR…

      Uyarmak…
Farkında olmayanı ikaz etmektir kimi zaman uyarmak. Farkında olmasını sağlamak için ihtarda bulunmaktır. Bir şeyi yapması ya da yapmaması için önceden alınan bir tedbir gibi görünse de, aslında yapılan bir hatanın bir daha tekrar etmemesi için bir uyarıdır, bir uyarıştır.
Toplum bir uyku halinde. İnsanlar, bakıyor ama görmüyorlar, duyuyor fakat işitmiyorlar. Farkında değiller anlıyor musun? Nasıl yaşadıklarının, yaşamalarına sebep olanın farkında olmadan yaşıyorlar veya yaşadıklarını sanıyorlar. Oysa ki, yapmaları gereken tek şey uzağa değil, en yakına, daha da yakına, içine bakmak. Şimdi sen soruyorsun; ” Farkında değillerse, nasıl içlerine bakacaklar? Farkında değiller ki.” Diye. İşte burada bir ikaz devreye giriyor, uyuyan benliğin uyanması için bir uyarış.
Küçük bir çocuğu düşün, veya henüz emeklemeye başlamış bir bebeği. Ona zarar gelebilecek olan her şeye karşı uyarır, onu ikaz edersin değil mi? Odadaki bir soba veya yaklaşmak üzere olduğu bir kesici alete karşı onu korumaya çalışırsın ve senin yanında olmadığın zamanlarda kendini koruyabilmesi için çeşitli uyarılarda bulunursun. Ve hatta tüm engelleme çabalarına rağmen, seni anlamayacak veya aynı hataları tekrarlayacak olsa, bir kereliğine de olsa, ona kızarak veya üzerek dahi olsa sırf onun yararı için onu yine uyarmaya çalışacaksın. Sobada bir kez elini yakmasına, eline bir defa çayın dökülmesine veya korkmasına göz yumacaksın. İşte bu nedir, onun uyanabilmesi için yaptığın bir uyarıdır, ikazdır.
Allah, farkında olmayan kullarını uyarır, uyuyan insanları uyandırır. Bunu da, ya bir ders, ya da tam aksine bir mükafat olarak verir de kulunun aklına tezahür eder. Rabb’ini hatırlar kul. Ya hediyeyi görünce şükreder, ya da başına gelen olaydan ders alır da Allah’ı hatırlar. Bu iki farklı durum da bir uyanıştır aslında, kendine gelmektir. Bunu idrak edebiliyorsa kul ne ala, yok eğer hala farkına varamıyorsa hakikatin, uyanıştan ziyade, her daim uyarışı yaşayacaktır yaşamı boyunca. Oysa şöyle bir düşünse, çok değil, bir kaç saniye düşünmeye ayırsa, kendisini düşündüren gücün de farkına varacak ve belki de bir daha hiç uyumamak üzere uyanışı hissedeceklerdir.
Hiç düşündün mü? Bu güne dek, türlü sorunlar yaşadın, çeşitli sıkıntıların oldu. Acaba dedin mi kendi kendine, Bu  bir uyarı mı? Ya da, sebepsiz yere mutluluklar yaşadın, hiç yoktan tüm işlerinin bir biri ardına rast gittiği oldu elbet. Tam da bu anlarda, Rabb’ini hatırladığın, andığın oldu mu? Fazla değil, sadece bir kaç saniye; ” Şükürler olsun sana Rabb’im.” Demek, uyanışın ta kendisi, uyanışların en güzelidir. İlla ki uyarılmak gerekmiyor ki Allah’ı anmak için, nefes aldığın her an, görebildiğin, duyabildiğin ve konuşabildiğin her bir saniye zaten Rabb’inlesin. Zaten O’nun rahmeti sayesinde sen, sensin. O halde ne diye bile bile,bela ve sıkıntıları kendi üzerimize kendimiz çekiyoruz. Uyanışı, aydınlanmayı yaşamak için, Yaradanımızı, yaratılma sebebimiz olan Allah’ımızı anmak için, neden illa ki bir uyarışa gerek duyuyoruz?
Gerçek uyanış, uyanmaktan ziyade, her daim uyanık kalabilmeyi başarmaktır. Böylece ne bir ihtara, ne de bir uyarışa gerek kalacaktır. Bu demek değildir ki, başımıza sıkıntı gelmeyecek, dertlerimiz olmayacak. Unutma ki, her daim bir imtihan içindesin ve bu imtihan senin sabrınsa, sabrın da senin mükafatındır. Fakat önemli olan ya uyarıldığımız anlarda uyanabilmek, ya da hiç uyarılmayı beklemeden uyanmayı başarabilmektir. Tefekkür ve şükür seni her an koruyan bir kalkan misali yüreğindeki tükenmez bir enerjidir. Dikkat ettiysen zihnindeki veya aklındaki demedim. Ben dışarıyla ilgilenmem, gerçek yaşam senin içindedir. Zihin veya akıl ise sana sadece dışarıyı gösterir. Oysa asıl hayat içeridedir.
Hiç bir zaman unutma; Zihin, mükemmel bir uşak fakat gerbat bir efendidir. Zihnini kullanmasını bilmelisin, aksi takdirde zihnin seni kullanacak ve ipleri eline alacaktır. Farkettiysen, zihnini kullan dedim.Onu bir araç olarak düşüneceksin, amaç olarak değil. Zihin,ruhuna erişmek için, özünü bulmak için sana köprü olmalı. Anacak bu sayede gerçek uyanışa giden yolu bulabilmek için sana yardımı dokunacaktır. Çünkü artık emir-komuta sendedir.
O halde ne diyoruz? ” Uyarış, Uyanıştır…” Rabb’im, her daim uyanık kalmamızı nasip etsin İnşallah. Amin.
 
 
 
26-

TESADÜF DEĞİL…

      Tesadüf…
      Öylesine, kendi kendine ve olağan bir olgu sanki. Şans eseri bir karşılaşma veya sebepsiz yere olan bir benzerlikmiş gibi. Oysa, her şeyin bir sebebi ve her sebebin bir sahibi vardır unutma! Senin tesadüf dediğin şey, başlı başına planlanmış bir mucizedir. Ve senin mucize sandığın bir çok şey, Yüce Yaradanın muhteşem eseridir.
      Hiç dikkat ettin mi? Bir kaza olur ve muhtemelen yakınlarda bir yerden bir doktor geçmektedir. Bir çocuk, dengesini kaybeder ve balkondan düşer, aşağıda ise saman yüklü bir kamyon beklemektedir. Örnekleri çoğaltmak mümkün fakat asıl önemli olan, bilinenin aksine bunların birer tesadüf olmadığı. Farklı bir açıdan bakmak gerekirse, birbirine çok benzeyen iki kişinin karşılaşması, birbirinden hoşlanan iki çiftin, huy ve zevklerinin birebir aynı oluşu ve daha bir çok mucize sanılan olay veya mahaller aslında Allah’ın  irâdesi ve emriyle gerçekleşmektedir.
      Hiçbir şey Allah’ın bilgisi ve kudretinin dışında olmadığı gibi, idaresi dışında da değildir. Her şeyde bir amaç ve bir irâdenin belirtisi vardır. Allah dilemedikçe hiçbir şey olmaz. Bütün bunlar gösterir ki: Kainatta Tesadüf diye bir şey yoktur. Her şeyin birbirine denk gelip bir nizâm ve uygunluk içinde oluşu tevafûk’a işâret eder. Buna göre tevafûk, akla “perde arkasında birinin olduğunu” gösterir.
       Allah, Sultân-ı Kâinât’tır. Her şeyin anahtarı O’nun yanında, her şeyin dizgini O’nun elindedir. Her şey O’nun emriyle halledilir. Hiçbir şey başıboş olmayıp, onun iradesi dışında değildir. En küçük fertleriyle dahi, bir bütünlük ve birliği muhâfaza ederek uyum içinde olma durumu, yani tevâfukat; Kur’ân‘da dahi bulunmaktadır. Ve Kur’an’da tesadüfe asla yer yoktur. Emrolunan her şeyin belli bir sebebi, planlanmış bir hakikati bulunmaktadır.
      Düşünmeni isterim, doğadaki ağaçlar ve çiçekler, güneşin doğması ve batması ya da başka bir örnek vermek gerekirse, suların buharlaşması ve tekrar yağmura dönüşüp yağması birer tesadüf müdür sence? Bunu aklının bir köşesine yaz, tesadüf diye bir şey yoktur. Olan biten her şeyin, var olan her nesnenin ve yaşanan bir çok benzer vak’anın sebebi tamamen tevafûk’tur, tesadüf değil. Senin dünyaya gelmen, yaşaman, evlenip bir iş sahibi olman vesaire… Her bir  evre, her bir aşama tamamen Allah’ın takdiri, rahmeti ve  irâdesi sayesindedir.
      Daima anımsa; Allah’ın emri olmadan yaprak bile kıpırdamaz, O’nun hikmeti olmasa, sen nefes bile alamazsın. Rabb’in istemese gece ve gündüz oluşumu son bulur ve O, dur dese, dünya dönmeyi bırakır. Şimdi, sorarım sana, bunların hepsi birer tesadüf olabilir mi? Senin, eşinle veya kız arkadaşınla her hangi bir gün, her hangi bir yerde ve her hangi bir şekilde karşılaşmış ve tanışmış olmanız bir tesadüf mü? En sevdiğin arkadaşınla aynı yerde askerlik görevini yapmanız veya aynı okulda denk gelmeniz tesadüf mü sence? Ben hala sana niye bu soruları soruyorum ki? Sen zaten artık tesadüf diye bir şey olmadığını biliyorsun. Benim görevim sadece sana hatırlatmak, farkında olmanı sağlamak. Belki de bu güne dek hiç bunları düşünmedin bile ve hatta  her şeyin gerçekten tamamen birer tesadüf eseri olduğunu sanmaktaydın. Gördün mü bak, demek ki sana yönelttiğim sorular boşuna değildi asla.
      Senin şu an burada bu yazıyı okuyor olman bile  tevafûk’tur. Bir şekilde, seni bu yazıyı okumaya iten neden tesadüf değil, olamaz. O halde senin yapman gereken tek şey, her şeyin sebebinin Allah olduğunu idrak etmektir. Hiçbir şey O’nun bilgisi haricinde olmaz, hiçbir  sebep O’nun irâdesi dışında gerçekleşmez. Bunun içindir ki tesadüf kavramı tamamen bir yanılgı, hatalı bir programdır.
      Asla ama asla unutma. Sen, tamamen yüce bir planın eserisin. Senin var oluşundan önce bu plan vardı ve  var olma zamanını beklemekteydi. Ve yine bir tevafûk sebebiyle bu yaşama gönderildin. Şöyle bir düşünecek olursan, aslında yaşam denen kavram da asla Tesadüf Değil…

27-

SEVGİ ( Lİ ) MİSİN?

      Sevgi…
Yaşam kaynağıdır sevgi. Hayata tutunmaktır, aşktır, ruhun gıdasıdır… Sevgi yoksa, yaşam durur. Sevgi olmazsa dünya dönmekten vaz geçer ve sevgisiz, sen olmazsın, ben olmam, yaşam olmaz!
Sevgi, Allah’ın kullarına verdiği bir rahmettir ve daima içimizdedir. Sevgi bizim mayamızda var. Kimseden gelecek sevgiye ihtiyacımız olmadığı gibi, sevgili kavramına da gerek yoktur aslında. Çünkü sen zaten sevgisin, sevginin ta kendisisin. Hal böyle iken, sevgi olan insanın, sevgili’ye ihtiyacı olması saçma olmaz mı? Adı üzerinde sevgili ama sevgi değil, sevginin kendisi değil. Sevgi, sonsuzdur, tükenmez asla. Fakat sevgilideki sevgi bitince o artık sevgisizdir, değersizdir. Anlıyor musun?
Allah, kullarını kendi sevgisinden yaratmıştır ve bu sonsuz sevgi, iyi ya da kötü her kulun yüreğinde mevcuttur. Önemli olan görebilmek, farkında olabilmektir. Toplum, farkında değil. İçindeki sevgiyi göremediği için sevgiyi dışarıda arar ve gün gelir, bulduğunu sanır. Oysa bulduğu sevgi değildir, o sadece sevgilidir. Ya da farklı bir boyuttan bakmak gerekiyorsa, sevgiyi bulduğu kişi de zaten sevginin kendisidir ama bunu görmeyenler grubundadır. Çünkü o da Allah’ın bir kuludur ve özünde sevgi vardır.
Sevgil’li değil de sevgi olmayı başarabilirsen, hayata sevgiyle bakarsın, sevgiyle görürsün ve zaten her şeyin sevgi olduğunu idrak edersin. Çünkü Rabb’in sana sunduğu bu hayat, bütünüyle sevginin eseridir, sevgidir. Allah sevgidir ve yarattığı her şey kendindendir. İçine dön ve bir bak, daha da derine bak. Orada kendi merkezini bulacaksın ve biraz daha dikkat etsen, sevgiyi, asıl sevgiyi, Rabb’ini hissedeceksin. Bu his tükenmez bir kaynaktan gelir ve enerjisini yayar her bir yana. Sen, sevgi olduğunu bir kez hissettiğinde her yer sevgi olur senin için. Baktığın, gördüğün, duyduğun ve konuştuğun her şey sevgidir artık. Sevginin olduğu yerde korku olmaz, kin olmaz, nefret olmaz. Sevginin bulunduğu yerde kötülükten eser kalmaz.
Sevgisiz bir hayatı düşünmek mümkün değildir. Bu yaşına dek hep sevdin, sevildin de. İnsanları sevdin, yaşamayı sevdin, yaptığın işi ve hatta arabanı sevdin. Farkındaysan sevdin diyorum, çünkü sevgi hep vardı ve var olmaya devam edecek. Fakat sen, bu güne dek sevgiyi hep zihninde hissettin, hep aklınla yaklaştın sevgiye veya sevgi sandığın duyguya. Oysa sevgi yürektedir, oysa sevgi ruhun eksenindedir. Gerçek sevgiyi özünde, içinde hissetmeye başlasan, önceden sevgi sandığın her şeyin aslında sendeki sevgiden kaynaklandığını, senin sevginin bir yansıması olduğunu anlayacaksın. Ve bu hissettiğin sevginin gerçek sevgi olduğunu iliklerinde hissedeceksin.
Allah sevgisi, sevgilerin en yücesidir. Çünkü, inanların yüreğindeki sevgi zaten Allah sevgisidir. Allah’ı sevmek, kendini sevmektir, hayatı sevmektir, her şeyi sevmektir. Ve diğer yandan, kendini ve her şeyi seven insan Allah’ı sevmektedir ve hissetmektedir. Sevgiyi bilmek yetmez, yaşamak gerekir. Sevgiyi hissetmezsen, sevgi olamazsın ve içindeki sevgi her daim nötr halde, kapalı durumda kalır. İçindeki sevgiyi bil, yüreğindeki sevgiyi hisset ve merkezindeki sevgiyi yaşa. Bu sayede sevgi ol ama asla sevgili değil…
Çok sevdiğim bir sözü seninle paylaşmak isterim; ” Yaradılanı severim, Yaradandan ötürü.” O halde, Yaradanı sev, yaradılanı sev, her şeyi sev. Sev ki, sendeki sevgi her yere yayılsın. Sev ki, Allah sevgisi dört bir yana yansısın. Sev ki, sevgi olasın, sevgi bulasın…
 

28-

DERDİNLE KONUŞTUN MU HİÇ?

      Dert…
Kimine göre çıkmaz bir yol, kimine göre bir aydınlanma rehberidir dert. Sen, derdi dert olarak görürken, öte yandan ben, derdi bir kurtuluş, bir mükafat ve sevinç belirtisi olarak görebilirim. Bu, neye baktığın değil, nasıl baktığınla ilgili bir durumdur. Sen derdi görürsün, bense ardındaki hediyeyi…
Allah, kullarına dert verir de, o derdin ardına bir hediye bırakır. Kul, derde odaklanmaktan ardındaki hediyeyi göremez. İşte tüm mesele bu. Bunu niçin yapar Allah? Kulum benden vazgeçecek mi, yoksa hala beni anmaya, benimle olmaya devam edecek mi diye dener kullarını. Kul, derdi görürse Rabb’ine isyan eder, Rabb’ini unutursa ardındaki hediyeye kavuşamaz. Yok eğer kul, derdi değil de ardındaki hediyeyi görürse  verdiği dert için bile Rabb’ine şükreder, sevinir.
Önceki makalelerimde de hep bahsetmiştim, Sahabeler, bir gününü dertsiz ve sıkıntısız geçirdiklerinde üzülürlermiş. Acaba Rabb’im benden vaz mı geçti, acaba beni artık sevmiyor mu ki bana dert vermedi diye endişe duyarlarmış. Buradaki teslimiyeti, adanmışlığı görebiliyor musun? Sen derdi dert olarak gördükçe dert peşini bırakmayacaktır. Rabb’in sana sıkıntı veriyorsa sevin, çünkü ardına hediyesini bırakmıştır ve bunu seni sevdiği için yapmıştır.
Peki diyorsun, nasıl yapacağım bunu, dert işte insanın başına geliyor, bunu iyi olan tarafı neresi ki? Diye soruyorsun bana. Peki, sen hiç derdinle konuştun mu? Sana derdi dert olarak gösteren nefsini karşına alıp sordun mu? Derdin ile konuş ve ona de ki; Eğer sen, Allah’tan gelmeseydin oturur üzülürdüm, bunu bildiğim için üzülmüyorum, aksine sevinçliyim. Göreceksin, sana Rabb’inden geldiği için derdini kucaklayacaksın, sabır makamına ulaşacaksın ve diyeceksin ki; Şükürler olsun ki, Rabb’im beni seviyor.
Sen derdini dert mi sanıyorsun? Düşün ki, beterin beteri var. Düşün ki her derdin bir dermanı, dermanı gönderen Allah var. Hala nefes alabiliyorsan, hala başını sokacak bir evin varsa ve sağlığın yerindeyse gerisini düşünme bile. Bu dünyada evsiz kalanlar var, o evde sevdiklerini kaybedenler var. Veremi var, kanseri var ama hepsinin de bir Allah’ı var unutma! Sen şimdi derdini dert mi sanıyorsun?
Derdini, sıkıntını dindirecek tek bir kudret var, O’da Allah. Derdi veren de, dindiren de Allah’tır. O’na acabalar ile gitme, mutlak güven, tam bir samimiyet ile git ki, yüreğin huzur bulsun. Bu sayede Allah, sana nice hayır kapıları açar dert etme. Ve derdine de ki; Sana ben Allah için katlanıyorum. Dert, dile gelip Allah’a dua eder. Ben bu kuluna eziyet etmekten haya ediyorum, ona huzur ver. Der… Ne güzel değil mi? Ne muntazam bir derece… Rabb’im her kulunu bu şekilde bakmayı, böyle görmeyi nasip etsin İnşallah. Amin .
Derdinle konuş. Onu dert olarak görmediğini söyle, ona, Allah’tan geldiği için huzurlu olduğunu söyle ve ona Allah için katlandığını söyle. Gör bak, dert diye bir kavram kalıyor mu sende? Dene mutlaka, pişman olmayacaksın.
29-

ÇIKAR BEN’LİĞİ ARADAN, İŞTE ORADA YARADAN…


   Benlik…
       İki farklı mana gizlidir bu kelimede. Bir yandan bencillik ve bireysellik anlamı taşırken, diğer yandan ise mevcudiyet ve varlık olarak kişisel bir kavramdır benlik. Adı üstünde, benlik. Bencillik gibi bireysel bir kavram benlik. Sen sensen, sadece kendinsin ve sadece kendinle ilgilisin. Sen ve ben ayrımı söz konusu iken, biz kavramı nasıl hasıl olabilir ki? Asıl mühim olansa, benlik değil, birliktirtir ve bunu idrak etmektir. İşte o zaman tüm kilitli kapılar açılır unutma!
      İnsan bedeni, insanın Rabb’ine ulaşması önündeki en önemli engeldir. Beden kaydıyla yaşayan insan, sahip olduğu üstün özelliklerini ortaya çıkartamayacak ve bunun sonucu yaşamı, bu dünyada ve öldükten sonra, cehenneme dönecektir. Bu nedenle oruç gibi kimi ibadetler, beden ve benlik kaydından arınma üzerine kurulmuştur. Ben’likten sıyrılma, Rabb’e yaklaşmak için bir anahtardır. Sen,
zihninle yaklaşırsan engeli, ruhunla yaklaşırsan Rabb’ini görürsün. Ruhu hissetmek, özü hissetmektir. Özü hissetmekse Yaradanı, Allah’ı hissetmektir. Çünkü sana bağışlanan rahmet özünde gizlidir, özünse senin ruhundur.
      Toplum her daim bedenini doyurma telaşında. Çünkü nefisleri onlara sadece benliği, bedeni ve maddi varlığı anımsatır. Bunu yapan da  zihindir. Oysa ki bizler ruhani varlıklarız, bizi biz yapan zihnimiz veya bedenimiz değil özümüzdür, ruhumuzdur. Ahir zamana göçüp gideceğimiz an, götüreceğimiz tek şeydir ruh. O halde ne diye ruhu beslemek varken, durmadan nefsini beslersin? Sen Rabb’inden bir parçasın. Senin ruhun O’nun ruhunun bir parçası. Bu dünyadaki her bir varlık rüya, sadece bir rüya. Bir tek ruhun hariç. Unutma! Benliğin, Rabb’inle aranda duran bir perdedir. Sen bedenini, nefsini, kısacası benliğini aradan çıkarırsan, işte o zaman Rabb’ine ulaşacaksın. 
      Sen, hep bir boşlukta, hep bir arayıştasın. Aradığın ise benliğin, kişiliğin. Oysa ki ne denli bir yanılgıda olduğunun farkında değilsin. Asıl bulman gereken benliğin değil, birliğindir. Seni bir yapan da özündür, ruhundur ve akabinde tabii ki Rabb’indir. Sen önce bir içine dön, özünü bul, ruhunu tanı. Senin tüm kimliğin, senin kendi içinde kodlanmıştır, bunu dışarıda bulamazsın. Yıllardır aradığın huzur bir tek senin
içinde mevcut. Bu yüzden her ne yaşarsan yaşa, her ne durumla karşılaşırsan karşılaş, çözüm sadece ve sadece yine senin içindedir. 
      Bu gün, üretilen her bir ürünün bir kullanma kılavuzu vardır değil mi? Bir elektronik cihaz alırsın ve mutlaka kullanma kılavuzuna bakma ihtiyacı duyarsın. Bunun için de o cihazın kutusunun içine bakarsın değil mi? Başka yerde aramazsın, çünkü başka yerde olması mümkün değildir. Sadece, o ürüne ait kutunun veya paketin içindedir. İşte, senin de kullanma kılavuzun senin içindedir ve sen bunu görmemekte ısrar edersin. Sana ait olan bir şeyi hala dışarıda arıyor olmana şaşıyorum. Seni yaradan Allah, senin özüne kendini bırakmış da sen bunun farkında bile değilsin. Sen, Kendini bilsen, Rabb’ini bileceksin. Rabb’ini bilsen, kendini bilmiş olacaksın.
      Sen, Allah’ın bir eserisin ve O, yarattıklarının en özeli olarak yarattı seni. O halde sen, Rabb’ini bilmezsen, O’na yakın olmazsan ve en önemlisi Allah’ı hissetmezsen senin sen olduğunun bir manası yoktur. Bunun içinde maddeden sıyrılıp manaya ulaşmalısın. Madde senin ebnliğindir, mana ise senin özündür, senin Rabb’indir. O halde hala ne diye beklersin? Çıkar benliği aradan, işte orada Yaradan.
 
 
 
 

30-

NİYET RAHMANİ, ARZU İSE ŞEYTANİDİR.

      Niyet…
Karar vermektir niyet, başlamaktır. Kalbin yönelişi, tercihidir. Bu sebeple niyet, her şeyin özü ve başıdır. Amellerin ruhu, yaşamın anahtarıdır. Aynı zamanda niyet, bir bakıma bir duadır.Yapılan ibadetler, niyetine göre değer kazanır. Ve niyet, her şeyden öte, Allah’ın Rızasıdır. Hz. Peygamberimiz ( s.a.v. ); ” Ameller niyetlere göredir. Her kul için niyetinin karşılığı vardır. Kimin hicreti Allah ve Resulü için ise, Allah ve Resulü için hicret etmiştir.” Buyurmuştur.
Niyetsiz yapılan ibadet, her ne kadar tek düze bir eylemden ibaret olsa da, Niyet etmeden başlanılan bir iş veya hareket de bir o kadar hayırdan uzak ve bereketsizdir. Her ne yapmaya karar verirsen ver ve her neye başlıyorsan başla, önce Allah’ın rızasını al ve O’nun izninle eyleme fikre ve akabinde eyleme dönüştür. Böylece Rabb’inin koruması ve rahmeti altında olur ve kendini güvende hissedersin. Fakat, çoğunluğun burada karıştırdığı veya yanılgıya düştüğü bir durum var. Toplum niyet etmiyor, arzu ediyor. Yapmak istiyor, almak istiyor, olmak istiyor vesaire… Verdiği kararları bile kendi tasarrufları doğrusunda gerçekleştirdiği için, bu kararda ve fikirde hayırdan ve bereketten zerre dahi bulunmuyor.
Sen istersin, arzu edersin ve şeytan, sen buna karar verene ve yapana kadar seni kışkırtır. Çünkü Allah’ın ismini anmamış ve iznini almamışsındır. İsteğin her ne ise sürekli sana güzel ve ahenkli gösterir ve sen arzuna ulaşınca seni orada yapayalnız bir başına bırakır. Ve sen neler olduğunu bile anlayamaz, farkına varamazsın. Oysa niyet öyle mi? Rabb’ine mutlak bir tevekkülle sığınırsın, O’nun fikrini sorarcasına kararını verirsin ve gerisini Allah’a bırakırsın. Bilirsin ki O, hakkında hayırlı olanı sana verir. Mesela ben, evden çıkarken dahi niyet ederim. “Allah’ım, niyet ediyorum senin rızan için evimden çıkmaya. Beni, hayırlı işlerle meşgul et ve hayırlı insanlarla karşılaştır.” Derim ve gerisini Rabb’ime bırakırım. Arabama binerken, kıyafetimi giyerken, hatta şu anda okumuş olduğun bu makalemi yazarken dahi ilk önce niyet eder, Rabb’imden hayrını isterim. Okuyanlar için hayra vesile olmayı ve onlara bu manada hizmet edebilmeyi dilerim. Sonrasında öyle bir huzur kaplar ki yüreğimi, yazmaya başlarken aklım da, ruhum da, kalbim de bir olur, dize gelir. Ve şunu da belirtmek isterim ki niyet, yürek işidir.
İnsanlar her daim bir istek ve arzu içindedir ve haklı olarak ihtiyaçları bulunmaktadır. Yeni bir ev, araba ve hatta yeni bir yaşam tarzı, insanların neredeyse ortak dileğidir. Bunlara bırak sahip olmayı, isterken bile niyeti ve en nihayetinde Rabb’lerini unuturlar. İşte bu, şeytanın şarlatanlığından başka bir şey değildir. Sen, arzu ettikçe şeytanın elinden tuttuğunun farkında değilsindir. Oysa niyet ederek verilen her karar ve yapılan her bir eylem Allah’ın himayesinde olmak ve ona sarılmaktır. Çok sevdiğim bir söz var; ” Allah’a sarılmazsan, şeytan gelip sana sarılır.”
Yapılan ameller ve ibadetlerde de niyet bir anahtar vazifesi görür. Rabb’e ulaşan kapıyı açmak için senin yüreğinde durmaktadır. Fakat sen farkında olmadığın için onu göremezsin ve hatta hissetmezsin. istediğin her ne ise, bunu dışarıda değil içinde, özünde aramalısın. Çünkü, her sorunun yanıtı ve her kapının anahtarı oradadır. Biraz daha derin baksan, mevcudiyetinin yegane nedenine ulaşacaksın ama sen, zihninin gölgesi ardında kalmışsın ve seni aydınlığın olan ruhunu hissedemiyorsun. Ruhun senin gerçeğindir, özündür. Ruhunu hissetsen kendini anlayacaksın. Kendini anlasan, Rabb’ini bulacaksın ve Rabb’ine kavuştuğunda ise, her bir fikrin ve her bir zikrin hep O’nun rızası için ve izni ile olacak. Bu nedenledir ki, niyet ettiğin sürece Rabb’inlesin ve niyet etmediğin kadar şeytanla birliktesin. İbadetler Allah için yapılır ve her bir ibadetin ardında mutlaka bir mükafat ve derece vardır. Hal böyle iken, Allah için yapılan bir amel, Allah’ın izni olmadan, O’nun rızası alınmadan yapılamaz. Aksi halde yapılan şey ibadet olarak düşünülemez. Çünkü, niyet ile yapılan her bir şey, başlı başına bir ibadet gibidir.
Uyanık ol, farkında ol ve orada ol! Ve asla aklından çıkarma; Düşündüğün, istediğin ve yapacağın şeyin, kendin ve / veya başkaları için hayırlı olmasını istiyorsan önce Niyet et. Göreceksin, her şey çok daha güzel olacak.
 
 
 
 
 
 

31-

AÇTIĞIN HER YARA’DAN, HESAP SORAR YARADAN…

      Yara…
Telaffuz etmesi bile acıtır içini, düşünürken bile bir yerlerin kanar sanırsın. Gerek mecazi, gerekse gerçek anlamda olsun yara, her açıdan yaralar seni. Hele bir yara var ki, kapanması bir yana, hesabı oldukça güç bir yaradır. Ne mi? Elbette kalp yarası.
Her şeyi yoktan var eden Allah; ” Ben, ne arşa sığarım, ne kürsiye, ne de yeryüzüne. Ben, ancak kulumun yüreğine sığarım.” Demiştir. Ve yine Rabb’im buyuruyor ki; ” Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin ve O’na sabah akşam tesbihte bulunun. ( Azhab 41 ) Demek oluyor ki, Müminin kalbi Allah’ın evidir, müminin kalbi Rahman’ın arşıdır ve müminin kalbi Allah’ın hazinesidir. Hal böyle iken, Allah’ın bulunduğu bir kalbi kırmanın netice olarak hesabı da elbette kolay değildir. Bunu düşünerek, bunun farkına vararak, iyi veya kötü hiçbir kişinin kalbini kırmamalı ve o rahmet dolu yüreğine yara açmamalıdır.
Diğer makalelerimde de sıkça değindiğim gibi, hatırlamanı isterim ki, kalp kırılması diye bir şey yoktur. Kalp kırılmaz, kırılan egodur, nefistir. Çünkü, Rabb’in bulunduğu hiçbir yer kırılmaz, zarar görmez. Sen, kırana değil de, kırılana odaklandığın sürece acı hissetmeyeceksin. Sen kırıldığını sanıyorsun, bu yüzden acı çekiyorsun. Oysa kırılan egondur unutma! Birçok yerde okursun veya işitirsin; ” Allah, kırık kalplerdedir.” Diye. Burada anlatılmak istenense Allah, incinen, üzülen ve çaresiz olan kulunun her daim yanındadır.
Rabb’in bile kuluna sonsuz değer verdiği, onu koruduğu ve sevdiği halde, sen kim oluyorsun da, Allah’ın himayesi altındaki kulunu incitiyorsun. Hiç düşünmez misin, bu halinle Allah’a şirk koşuyorsun ve ne denli günaha giriyorsun. Mazlum olan birine yaptığın bir kötülük veya üzücü bir hadisede, unutma ki Allah, bunu cezasız bırakmaz. Cezadan, hesaptan ve yaradan bahsederken amacım seni Rabb’den korkutmak, uzaklaştırmak değil asla. Tam aksine O’na daha da yakın olman için, O’nu hissetmeni istiyorum. Korkunun olduğu yerde sevgi olmaz, yakınlık olmaz. Ben sana Allah’tan kork demiyorum, aksine Allah’ı sev ve O’na yakın ol diyorum. Fakat unutmaman gereken bir durum var ki; Sevdiğin, değer verdiğin birini incitmek istemezsin değil mi? İşte, herhangi birini üzdüğün, kırdığın ve incittiğin zaman da, sevgiyi en çok hak eden, sevilmeye en çok layık olan Allah’ı incitmiş olacaksın.
Günümüzde yapılan her tür hata veya yanlışın bir telafisi olduğu gibi, mutlak suretle bir de cezası vardır. Nasıl ki, trafikte yapılan bir hatanın cezası ve bunun telafisi olarak da ödemesi varsa, üzmenin ve incitmenin de telafisi af dilemektir. Hem Allah’tan, hem de üzdüğün kişiden özür dilemektir. Aksi takdirde hiçbir günah cezasız kalmayacaktır. Sen sen ol, kimseyi ama kimseyi incitme. Bu bir insan olabilir, hayvan olabilir veya bir çiçek olabilir, hiç fark etmez. İyi veya kötü, yaratılan her canlının özünde Allah vardır.
Unutma! Hayatta hiçbir şey sahipsiz ve yalnız değildir. Canlı veya cansız yaratılan her bir varlığın Rabb’i vardır. Rabb’ine ait olanı incitmek istemezsin değil mi? O halde, daima anımsa; ” Açtığın her yara’dan, hesap sorar Yaradan.”
 
 

32-

ALLAH, KULUNUN ZANNI ÜZEREDİR…

      Zan…
Bir iyiliğin üzerine olumlu inanç beslemek, güzel düşünmek ve akabinde Rabb’i güzel duygularla anmaktır zan. Kul Rabb’ini andıkça, Rabb’i kulunun her daim yanındadır. Burada önemli olan Rabb’i olumlu yönde anmak ve O’na yaklaşmaktır.
Hz. Ebu Hüreyre ( r.a.) Anlatıyor: Resulullah ( s.a.v ) Buyurdular ; ” Allah Teala Hazretleri diyor ki: Ben, kulumun hakkımdaki zannı gibiyim. O, benimle oldukça ben onunla bereberim. O, beni andıkça ben de onu anarım. O, şayet bana bir adım yaklaşırsa ben ona koşarak giderim. Kim bana şirk koşmaksızın bir arz dolusu günahla gelse, ben de onu bir o kadar mağfiretle karşılarım” [ Buhari, Tevhid 15;35 Müslim, Zikr 2, ( 2675 ) Tevbe1 ] 
. Hadise göre, Allah, kulun Allah hakkındaki zannına göredir. Yani Allah, kul ne şekilde tasavvurda bulunursa onu yapabilecek güçtedir. İbnu Hacer, bu ifadede kulu, Allah hakkında hüsnü zanda yani ümid içinde olmaya teşvik bulur. Kişi Allah’ın kendisini cezalandıracağını düşününceye kadar, affedeceğini düşünmesi daha muvafıktır.
      Her daim Rabb’i anmak, O’nu hissetmek ve O’nunla olmak, şüphesiz ki, amellerin özüdür. Allah, senin O’nu anmanı, hatırlamanı istiyor. Her bir işini O’nun rızasını alarak, mutlak bir niyetle yapmanı istiyor. İnsan, başıboş yaratılmamıştır ve insanın yaratılma gayesi zaten Yaradanına ibadet etmektir. Bunu hangimiz biliyoruz? Hangimiz bilip de idrak ediyoruz? Burada bilmek de, idrak etmek de yetersiz kalıyor, çünkü uygulamaya geçirlmeyen hiçbir bilginin yararı yoktur. Allah’ın varlığını bilmek, kul olabilmek adına yeterli değildir. Allah’a yakın olmak, O’nu anmak ve netice olarak Rabb’i hissetmek, yaşamak gerekir. Suyun da susuzluğunu giderdiğini bilirsin ama suyu içmezsen susuz kalırsın ve akabinde ölürsün. Demek ki, Allah’ı bilmekten ziyade O’nu güzel düşüncelerle, iyi niyetlerle anmalısın ki, sonsuz huzura eresin.
Biraz daha derin bakarsan, tabiatta her bir varlıkta Rabb’in izleri zuhur eder. Çünkü yaratılan canlı veya cansız her bir varlıkta Rabb’in rahmeti tecelli eder. Hal böyle iken, Rabb’i hatırlamamak, O’nu anmamak mümkün müdür? Sen, gün içersinde kaç defa Rabb’ini hatırlıyorsun? Aslına bakılırsa hatırlamak sözcüğünü ben burada pek uygun bulmuyorum. Çünkü hatırlamak için önce unutmak gerekir. Rabb’i unutmak ise, ne dehşet ve utanç verici bir haldir. Sen, Rabb’ini her daim andıkça ve düşündükçe, unutma ki Rabb’in de her daim seni anmakta, seninle olmaktadır.
Çoğumuz Rabb’i hatırlamak için sadece namaz vaktini bekleriz. Ancak, dua edeceğimiz zaman Allah’ı anarız. Oysa ki nefes aldığımız her bir an, Rabb’i hissetmek, tefekkür etmek ne güzel bir davranıştır ki kulluğu gerektiren asıl hal de budur. Davet ediyor Allah, kulum bana gel, ben de sana geleyim diyor. Ne güzel bir hissiyattır bu. Sen, Rabb’in için her ne düşünce besliyorsan, Allah da sana, senin O’nun hakkındaki zannın, düşüncelerinin derecesine göre davranır. Kaldı ki, Allah için olumsuz tek bir düşünce beslemek içten bile değildir.
Sana mutlak huzurun sırrını vereyim mi? Gerçi bu bir sır olmamalı, çünkü bunu zaten herkes biliyor olmalı bence. Her bir hareketinde Rabb’ini düşün, her bir eyleminde O’nun rızasını al. Derdini ve / veya mutluluğunu O’na aç ve sadece O’nunla paylaş. Sonuç olarak yüreğindeki, bedenindeki huzuru fark edeceksin.
 
 
 
 
 

33-

ÇARESİZSENİZ, ÇARE SİZSİNİZ…

      Çare…
      Bir sıçrama tahtasıdır çare. Köşeye sıkışıp başka çaren kalmadığında, bir anda çözümün kendisi olduğun bir durumdur. Oysa ki çözüm sen değilsin. Çözüm; Seni sen yapan rahmet, rahmeti rahmet yapan Rabb’indir. O’nun iradesi olmasa, ne çaresizlik vardır, ne de çare…
      Her soru, kendi cevabını doğurur. Her sıkıntının ardında, muhakkak rahmet bulunur. Unutma! Gecenin en zifiri olduğu anda güneş doğar. Ve her kış, bahara erişmeye gebedir. Demek oluyor ki, her şeyi yoktan var eden Allah, ne kimsenin kaldırabileceğinden fazla yük vermiştir, ne de tabiata aykırı bir düzen getirmiştir. Öyle bir döngüdür ki yaşam, akıl ermez bir denge ve muntazam bir diziliştir. Gece ve gündüz, yaz ve kış, sıcak ve soğuk gibi daha bir çok kavram tamamen Allah’ın muhteşem idaresi ve rahmeti sayesindedir. Bir de insanı yaratmıştır ki Allah, tüm kainatı insanın içine gizlemiştir de insan bunun farkında değildir. Oysa ki bir idrak edebilse ne denli değerli bir varlık olduğunu, her daim Rabb’ine şükretmekten alamaz kendini.
      Çaresiz kaldığın her an, çareyi kendinde ara. Çünkü çaresizlikle seni sınayan Rabb’in muhakkak ki çareyi de senin içine, özüne bırakmıştır. Yeter ki sen inan, yeter ki sen içine bir bak ve unutma ki, Allah’tan umut kesilmez. Burada önemli olan, çaresiz olduğunda çareyi düşünmek değil de, çaresiz olmadığını idrak edebilmektir. Sen olumsuzluğa odaklanırsan, olumsuzluk asla peşini bırakmaz. Sen huzuru hedef alırsan, huzurlu bir ömür süreceğin kaçınılmazdır. Demek ki, çaresizlik de, çare de tamamen senin elinde.
      Yüreğinden geçirdiğin niyete göredir yaşamın. Buraya dikkat et! Niyet diyorum, arzu demiyorum. Çünkü rahmani olan niyettir, şeytani olansa arzu. Sen, özündeki rahmeti her daim hissederek istersen Rabb’inden, hem O’nun rızasını almış olursun hem de isteğinin hayrını görürsün Allah’ın izniyle. Her şeyin hayırlısını istemek ve akabinde Allah’tan her gelene razı olmak mükemmel bir teslimiyet ve muhteşem bir inanç duygusudur. Çünkü Allah, hiçbir kulunu çaresiz ve darda bırakmaz. Önüne koyduğu her kapının anahtarını kulunun eline vermiştir, fakat kulu bunu görememekte ısrar eder ve çareyi dışarıda, başkasında arar. Oysa ki bilse ki tek çaredir Allah, işte o zaman çarenin kendi yüreğinde gizli olduğunu görecektir.
      İnsan, en çaresiz kaldığında çareler türetir ya da yüreğindeki ilhamı en yoğun yaşadığında cesaret bulur. Kıbrıs savaşında bir askerin, çıkması mümkün olmayan bir tepeye tankı çıkarıp düşmana ateş açması da, yine bu gibi durumlardan sadece biridir. Bir örnek daha vermek gerekirse; Bir kurbağa yaralanır ve yoldaki bir çukurun içine düşer. Tüm çabalarına rağmen bir türlü dışarı çıkmayı başaramaz. Derken birden bire bir gürültü duyulur ve bir kamyon hızla çukura doğru yaklaşmaktadır. Kurbağa çaresiz bir şekilde ne yapacağını şaşırmış bir vaziyettedir. Kamyonun tekerleği tam çukura gireceği sırada yaralı kurbağa son bir hamle yapar ve çukurdan çıkmayı başarır. Durumu anlatmış olduğu arkadaşları, bunu nasıl başardığını sorduklarında, yaralı kurbağa; Çıkmak zorundaydım, başka çarem yoktu. Der. Unutma ki, Bir şeyi gerçekten istiyorsan ve inanıyorsan, bir yolunu mutlaka bulursun.
      Çok sevdiğim bir yazı dizisini seninle paylaşmak istiyorum; 
Sular Yükselince, balıklar karınca yer.
Sular çekilince de karıncalar balıkları…
Kimse bu günkü üstünlüğüne ve gücüne güvenmesin.
Çünkü, kimin kimi yiyeceğine, suyun akışı karar verir.
Düşün; 
Kim üzebilir seni senden başka?
Kim doldurabilir içini sen istemezsen?
Kim mutlu edebilir ki seni, sen hazır değilsen?
Kim yıkar, yıpratır seni, sen izin vermezsen?
Kim sever seni, sen kendini sevmezsen?
Unutma! Her şey senle başlar, sende biter…
Yeter ki yürekli ol. Tükenme, tüketme, tükettirme içindeki yaşama sevgisini…
Daima anımsa; ” Çaresizseniz, Çare Sizsiniz…”
 
 
 
 
 
34-

BİR NİYETSİZ, BİR DE DUASIZ YÜREKLER ÜŞÜR.

      Niyet ve dua…
İki rahmani kavramdır niyet ve dua… Bir şeye Allah’ın izniyle niyet  edersen eğer, bu niyet zaten bir duaya dönüşür. Duanda niyeti kullandığında ise, yüreğini eşsiz bir sıcaklık kaplar çünkü yüreğinde Rabb’inin rahmeti var. Ve sen bunu idrak etiğin için duayı ve akabinde niyeti yüreğinden eksik etmiyorsun.
Buraya dikkat et! İstemek ve niyet etmek iki ayrı manadır. İsterken bunu kendi tasarrufun doğrultusunda yapmaktasın. Oysa ki niyet ettiğinde, bu durumu Rabb’ine arz etmiş ve O’nun rızası ile istemiş oluyorsun. Aradaki ince çizgiyi fark edebiliyor musun? Önceki makalelerimde de belirttiğim gibi, niyet rahmani, arzu işe şeytanidir. Bir işe başlamadan önce niyet etmiyorsan, o işte ne hayır vuku bulur, ne de bereket zuhur eder.
Dua, Rabb’inle konuşmaktır. Dua derdini en yakın dostuna açmaktır. Dua, güvenmektir, istemektir, beklemektir. Sen, yüreğindeki rahmeti ve rahmetin sahibi Rabb’ini hissettikçe, niyetinin de, duanın da kabulü ile ilgilenmezsin. Çünkü bilirsin ki, kabul olsa da, olmasa da, her iki durumda da Rabb’in tecellisi var. Dua etmediğin zaman yalnızsın. Niyet etmediğinde ise sonuçsuz bir başlangıçtasın unutma! Sen dua ettikçe, dualarında Rabb’ini andıkça ve O’nun rızası için mutlak bir niyetle istedikçe ancak ve ancak Rabb’ine yakın olabilirsin. O’na en güzel isimleri ile dua et, O’nun o güzel isimleri ile niyet et. Rabb’in her daim senin dua etmeni ve her işinde O’nu vekil kılman için seni bekliyor. Unutma ki Allah, hiçbir kulunu çaresiz bir başına bırakmaz. Yeter ki kul istesin, yeter ki kul beklesin. Allah, yarana merhem olmak için kapını çalıyor da, sen zihnindeki gürültüden kapının sesini duyamıyorsun farkında mısın?
Burada dikkat etmeni istediğim başka bir konu daha var. Benliğin tamamen aradan çıkarılması, her şeyin tamamen Allah’ın emri ve rahmeti ile olduğunun idrak edilmesi de başlı başına niyetin hayırlı yönde olduğunun bir göstergesidir. Bu uğurda yaptığın her bir şey, başlı başına bir duaya dönüşmektedir zaten. Yeter ki sen, yapanın da, yaptıranın da Rabb’inin iradesi ile olduğunu bil. Çünkü, senin kendi yaptığını sandığın her şeyi Allah’ın izni ile yapmaktasın. O, ol dediği için oluyor her şey. O, dur dese dünya dönmeyi bırakır unutma!
Bana soruyorlar; Evden çıkarken, eve girerken veya bir işe başlarken hangi duaları etmeliyiz? Diye. Şunu bir kez daha hatırlatmalıyım ki, ben ne bir din adamıyım, ne de bir ilahiyatçı. Ben tamamen yapılanı aşkla yapmaktan yanayım. Benim amacım farkındalık. Bu yüzden bu sorulan sorulara verdiğim en iyi yanıt, hissederek dua etmektir. Evden mi çıkıyorsun? ” Rabb’im, senin rızan için ve senin izninle evimden çıkıyorum, sen hayırlı işlerle meşgul eyle ve hayırlı insanlarla karşılaştır.” De. Bir işe mi başlamak üzeresin? ” Allah’ım, senin rızan için bu işi yapmaya niyet ettim, sen bana hayrını nasip et Rabb’im.” De ve bırak. Artık üzerindeki tüm yükü Rabb’ine bıraktın. O, isteğini hayırlısı ile yerine getirecektir.
Daima anımsa; Niyetsiz ve Duasız isen, her daim kendini yalnız hissetmeye mahkumsundur…

35-

SEN ALLAH’A SIMSIKI SARILMAZSAN, ŞEYTAN GELİP SANA SARILIR…

      Sarılmak…
      Hissetmenin en yalın halidir sarılmak. Sıcaktır, huzur verir sana. Sarıp sarmalarsın, kendini ona, onu kendine yakın hissedersin. Bir sarmaşığın, bir dalı bir daha bırakmamacasına sımsıkı tutması misalidir sarılmak, güven verir insana.
      Sana, senin kendine verdiğin değerin çok daha fazlasını verir Allah. Senin kendini sevdiğinden çok daha fazla sever seni. Eğer öyle olmasaydı, seni yaratır mıydı, hiç düşündün mü? O, sana sımsıkı sarılmış durumda ve asla seni yalnız bırakmıyor. Peki ya sen? Ne zaman hatırladın en son Rabb’ini? O, her daim seninleyken ve seni anarken, sen en son ne zaman andın seni Yaradanı? Hala farkında değilsin değil mi? Yaşama sebebinin, hayata gönderiliş nedeninin ve hepsinden önemlisi, sana sunulan nimetlerin farkında değilsin. Çünkü, kör olmuşsun, görmüyorsun. Çünkü buradasın, ama başka yerdesin.
      Her daim yalnızlıktan ve çaresizlikten yakınır durursun fakat sebebini hiç bir zaman kendine sormazsın. Neden? Evet, neden hatayı bir kez olsun kendinde aramıyorsun? Unutma ki, ne yapayalnızsın bu dünyada, ne de çaresizsin… Seni yaratan Allah, asla seni terk etmedi ve sana, taşıyabileceğinden fazla bir yük vermedi unutma! Oysa sen, çareyi hep dışarıda aradın, başkalarından medet umdun ve Rabb’ini unuttun. Bunun yerine sevgiye ve övgüye en çok layık olan Rabb’ine sarılsaydın, derdini O’na açsaydın ve çareyi O’nda arasaydın,  belki de bu güne dek hissettiğin yalnızlığı ve çileli günleri yaşamayacaktın. Çünkü sen ne zaman Allah’a sarılmayı bırakırsan, şeytan bunu bir fırsat bilir ve gelip sana sarılır dikkat et!
      Sana her ne iyilik gelirse Allah’tan, her ne kötülük gelirse kendindendir. Sen, nefsine uyup, özünü unutursan. Özündeki rahmeti görmeyip, dışarıya bakarsan, Her türlü sıkıntı ve bela senin peşinde dolanacaktır. Çünkü bu halinle sen, şeytanın elinden tutmuş oluyorsun. Hal böyleyken sen, bile bile kötülüğü kendi üzerine çekmiş oluyorsun ama farkında değilsin. Buraya dikkat et! Farkındalığın farkında bile değilsin. İyiyle kötüyü ayıramayacak kadar uzaksın kendinden anlıyor musun? 
      Biraz daha derin bak, bir parça daha dikkat sarf et. Artık dışarıyla ilgilenmeyi bırak, senin çözümün içinde, şifren özünde. Allah, rahmetini senin yüreğine bağışlamış ama sen hala bunu anlamamakta ısrar ediyorsun. Zihnindeki gürültüden kurtulmalısın, aksi takdirde her daim kapını çalan Rabb’inin sesini duyamıyorsun. Başına her gelen yüzünden artık başkasını suçlamayı bırak. İçine dön, özünü bul ve Hakk’ın o derin rahmetini hisset.
     Bu günden itibaren kendine bembeyaz bir sayfa açmanı öneriyorum. Kötüyü değil, iyiyi gör. Kusura değil, güzele bak. Derde değil, ardındaki rahmete odaklan. Olumsuzluk kavramını çıkar aklından. Sen, sadece ve sadece olumlu ol, olumlu hisset… Bu sayede her an Rabb’ini hissedeceksin yüreğinde. Unutma! Sen Allah’a sımsıkı sarılmazsan, şeytan gelip sana sarılır.
      Dua ile…
 
 

36-

İYİLİĞE İYİLİK HER KİŞİNİN, KÖTÜLÜĞE İYİLİK ER KİŞİNİN İŞİDİR.

      İyilik…
Söylerken bile sıcacık bir şey akar yüreğinden. Henüz telaffuz halindeyken bile bu denli mükemmel bir his zuhur ediyorken yüreğine, uyguladığında ise ne muntazam duygular belirir ruhunda. Adı üzerinde iyi. İyiliğin neresi kötü ki? Kötü olsaydı, adı iyilik olmazdı zaten.
Allah, her bir şeyi iyilik üzerine yaratmıştır. Dinimiz, iyilik üzerine kurulmuştur. Ve insan, bir iyilik olarak dünyaya gönderilmiştir. Çünkü Allah, insanı kendinden bir parça olarak yaratmıştır. Sen, Rabb’nin bir parçası iken, kötülüğü nasıl düşüne bilirsin? Kötülük nefsinin işidir. Nefis, şeytanın en yakın dostudur ve egon, evet o seni senden eden egon yok mu, işte kötülüğü sana maharet bir meziyetmiş gibi gösteren en büyük düşmanındır.
İnsanlar, bir iyilikte bulunmak için, illa ki önce karşı taraftan bir iyilik beklerler. Oysa ki böyle olunca iyilik denmezdi değil mi iyiliğe? Diğer yandan, bize bir kötülük yapana ise, yine o kişinin yaptığı gibi davranırız ve o kişiden hiçbir farkımız kalmaz. Senin bir farkın olmalı, senin farkın ise, sen farkında olduğunda fark edilecek bir durum haline gelir ancak. Cümleyi özümseyebildin mi? Bir kez daha okumanı isterim. Senin farkın, iyilik edildiğinde iyilik yapmak değil, iyilik yapılmadığında dahi, bir karşılık beklemeden iyilik yapabilmek olsun. Ve hatta, sana kötülük yapıldığında bile iyilik olarak karşılık vermek olsun senin en mühim farkın. Şimdi farkına varabildin mi? Güzel!
Hiç tanımadığın birine bir iyilikte bulunabilirsin mesela. Hatta bu halinle, yaptığın iyiliği bir ibadete ve akabinde hidayete dönüştürebilirsin. Nasıl mı? Dinle!
Ebu Hüreyre ( r.a ) anlatıyor: Hz. Peygamberimiz ( s.a.v ) buyurdular ki; ” Bir kimse yolda yürürken , yol üzerinde duran bir diken dalına rastladı ve onu alıp yolun dışına attı. Cenab-ı Hakk, bu davranışından memnun kalarak, ona mağfiret buyurdu.” ( Buhari. ) İşte iyilik böle bir şeydir, yüreğinde zaten mevcut bulunan o rahmeti dışına yansıtmaktır.
İyiliğe karşılık iyilik yapmak bir yana, asıl nefse zor gelense, kötülüğe karşı iyilik yapmaktır. Nefse zor gelebilir tabi ama sana nefsine uymanı söyleyen kim? Hala farkında değilsin. Özündeki nurun, yüreğindeki rahmetin hala farkında değilsin. Her bir atışında, sana Allah’ın selamını söyleyen kalbini unutmuşsun dikkat et! Oysa, bir kırsan zincirlerini egonun, bir kırsan bacağını şeytanın. Asıl kimliğine bürüneceksin de haberin yok. Seni yaratan Rabb’in varken, Rabb’inin yüreğine tecelli eden rahmeti varken, senin nefisle, egoyla, şeytanla ne işin olabilir ki?
Sana taş atana, sen gül ver. Sana hakaret edene, sen merhamet et. Sana beddua okuyana, sen dua oku. O, senin için kötü sözler zikrettikçe, sen Rabb’ni zikret. Neden o kişinin seviyesine düşesin ki? Senin yerin, Rabb’inin yanıdır unutma! Senin yaptığın her bir iyilik bir sadakadır. Güç durumda olan birine yardım etmek bir sadakadır, karşıdan karşıya geçen birinin koluna girmek bir sadakadır. Ve sadaka, sana geri dönüşü olacak en anlamlı iyiliktir.
İyi olmak istiyorsan ve iyilik bulmaksa niyetin, asla ama asla bunu bekleme. Sen iyiliğin ta kendisi olmadıkça, iyilik senin kapını çalmayacaktır. Her daim anımsa; Sana küfreden birine, sen teşekkür et. Bu halinle kendinden bir şey kaybetmiş olmayacaksın, tam aksine o kişinin sevabından kazanacaksın.
Buraya dikkat et!
” Allah’la muhabbette olan kalp, affedici olur. Eğer sen, yalnızca kuru bir suretten ibaret olursan, öldüğün zaman cismin gibi isminle de ölürsün. Eğer, kerem sahibi ve Hakk yolunda hizmet eden er kişi olursan, ömrün, cesedinden sonra da fedakarlığın ve iyiliğin ile gönüllere girdiğin kadarıyla devam eder. Görmez misin ki, nice kabirler vardır, nice memleketlerde. Gel gör ki, ancak imanı ve gönlü iyi olanların ziyaretçisi ve akabinde şefaatçisi de bol olur.”
 
 
 

37-

GÜNE GÜZEL BAŞLAMAK…

      Yeni bir gün…
Uyuyordun…Ve şimdi, gözlerini açtın ve yepyeni bir güne uyandın. Ya uyanamasaydın? Bunu hiç düşündün mü, bir kez olsun aklına geldi mi? Her yeni gün, yeni bir yaşamdır sana sunulan. Ya kıymetini bilir, değerlendirirsin, ya da farkında olmadan yitirirsin bu muntazam hazineyi. Ve sen, şu an hala nefes alabiliyorsan, Yaradana bir teşekkür borçlusun unutma!
Allah, seni yeni bir günün sabahına uyandırıyorsa, bil ki rızkını da hazırlamış demektir. Bunu sadece rızık olarak düşünme. Güneş, yeni ufukları aydınlatıyor senin için. Rabb’in, seni bu sabah da uyandırdıysa, sana yepyeni bir fırsat daha tanıyor demektir. Bu yüzden, derin bir nefes al ve sana bağışlanan bu taptaze hayat için şükret Rabb’ine. Dün geride kaldı artık, gecenin karanlığı silip süpürdü hepsini. Bu gün, bembeyaz bir sayfa aç kendine ve seni kıran o insanı affet, onun için dua et. Affetmek erdemliktir ve seni üzen için dua etmek, ne manalı bir ibadettir. Geride kalan tüm olumsuzlukları unut şimdi, adı üzerinde geride kaldı artık. Sen daima ileriye bak ve asla gözünü hedefinden ayırma. Unutma! Sen, başkasının senden beklediği değil, senin kendinden beklediğin kişisin.
Allah, her daim seninle ve O, seni senden çok daha fazla önemsiyor. Bu yeni günde de, kim bilir ne nimetler ve güzellikler ihsan etti sana. Sen henüz uyumaktayken, sana özel bir yaşam hazırlandı. Yaşadığın hayat sadece senin hayatın. Düşünsene, Güneş senin için doğdu, o beklediğin otobüs senin için geldi ve gitmekte olduğun yerde seni bekliyorlar. Her ne yapıyorsan, o yaptığın şey senin için var. Şöyle kaldır başını ve bak bir etrafına. Yemyeşil ağaçlar, birbirinden renkli ve bir o kadar güzel kokan çiçekler. Nefes alabildiğin bu taptaze hava ve akabinde kana kana içebildiğin o güzelim nimet su…Dikkat ettiysen içebildiğin diyorum, çünkü bir bardak suyu içemeyenler var. Bir lokma ekmeği yiyemeyenler var. Hayır yokluktan değil, sağlık durumları buna el vermiyor çünkü. O halde, şöyle bir düşünecek olursan, şükretmen gereken o kadar çok neden var ki.
Zaman, bir daha asla geri gelmeyecek bir kavram. Sen bu cümleyi okurken bile, birkaç saniyenin bile geride kaldığını far edebiliyor musun? Gitti ve bir daha ne yapsan geri gelmeyecek. Günler hızla ilerlemekteyken ardına bakıp, geçen günlerinin adına; Keşke diyeceksin kendi kendine, daha iyi değerlendirebilseydim zamanımı. Bizler büyük bir hatanın tam merkezindeyiz. Elimizde olanın, henüz elimizde iken kıymetini bilmek yerine, onu yitirdikten sonra farkına varırız her şeyin ve artık o her şey için çok geçtir.
Her çiçek, kendi tohumundan filizlenir ve her can, kendi özünden nüfuz eder hayata. Dışarısı büyük bir yanılgıdır, dışarıda olan biten her şey bir rüyadır unutma! Asıl yaşam senim yüreğinde, içinde, özünde. Gerçek hayat sadece ve sadece senin ruhunda. Dikkat et! Gün doğar ve gün batar. Mevsimler değişir, ağaçlar yaprak döker. Her gün bir hayat son bulur ve her gece başka bir yaşam biter. Ama sen, hala yaşamaktasın. Evet, bu satırları okuyorsan, hala yaşıyor olmalısın. Peki ya sen, bunun için ne yaptın? Bu nefes alabildiğin her saniye için neler yapabildin? Kocaman bir hiç değil mi? Keşke, Hiç denen o eşsiz makama erebilsek. Keşke, bir daha hiç keşke demesek ve keşke, asla keşke diyeceğimiz şeylerle meşgul olmasak.
Şimdi her ne yapıyorsan bırak. Her ne düşünüyorsan unut ve beni iyi dinle. Sen, yaratılanlar arasında en değerli olanısın.Sen, Rabb’inin en çok sevdiği, en fazla önemsediği ve an be an rahmetini üzerinden çekmediğisin. Bu hayata öylesine gönderilmedin. Küçük de olsa, bir boşluğu doldurmak için buradasın unutma! Asla başı boş değilsin, olamazsın, olmamalısın! Bu muntazam hayat herkese nasip olmaz. Bu yeni günü görmek, her insanın armağını değildir. Neden hala anlamamakta ısrarcısın? Seni anlayabilmiş değilim. Artık her şeyin farkına varmanın zamanı gelmedi mi sence?
Haydi, şöyle bir silkelen, güzelce bir toparlan ve artık sen ol. Evet, sen ol…Çünkü, bu sen olduğunu sandığın kişi sen değilsin. Dün bitti, yarın ise henüz garanti değil. Elinde olansa sadece bu gün ve içinde bulunduğun bu an. Lütfen kıymetini bil, lütfen bunu yaşamı hediye eden Rabb’ini an ve bu yeni günü sana bağışladığı için O’na bir kez daha ve hatta birçok kez şükret!!!
 

38-

FARKINDALIK TERAPİSİ…

      Farkında mısın?
      Zihin her daim yanıltır seni, sıkıntıyı sıkıntı, dertleri ise dert olarak gösterir ve her daim hatırlatır sana, oysa sıkıntıya değil de, sıkıntının ardındaki hediyeye odaklanırsan, huzuru hissedeceksin…
      Unutma ki, bizler ruhsal varlıklarız…Zihin ve beden fanidir ve biz ahir zamana göç ederken, yanımızda sadece ruhumuzu götüreceğiz. O halde zihnini çıkar aradan ve ruhunu hisset.
      Nasıl mı?
      Dilersen, zihnini nasıl susturabileceğini sana göstermek isterim.
      Günün yoğunluğu içinde, zihin sürekli seni yorar ve yorgunluk kavramı zaten tamamen zihnin bir ürünü, akabinde hatalı bir programıdır. Biri sana hakaret ettiği zaman dahi, seni haklı çıkarmak için seni konuşmaya ve karşı tarafa hakaret etmeye yönlendirir. Bunu yapan egondur unutma!
      Şimdi zihnini susturma kısmına geçelim;
      Sana biraz komik gibi gelebilir ilk başta ama etkisini sezince beni çok daha iyi anlayacaksın!
      Al zihnini karşına ve ona de ki;
      Hadi konuş zihnim, sürekli beni doldurup duruyorsun, şöyle yap, böyle yap diye…
      Evet izin veriyorum ve seni dinliyorum…
      Şimdi konuş hadi…
      Ne diyor zihnin?
      Sustu değil mi?
      Şaşırdı çünkü, bu ana dek o seni yönetiyordu ve şu an yönetimi sen devralınca afalladı…
      Daima anımsa; sen sustuğunda melekler konuşmaya başlar…Seni kıran ve hakaret eden biri karşısında sen sadece sus ve gülümse…evet gülümse…senin yerine melekler o kişi ile konuşur ve sana dua ederler…Bu gibi durumlarda dışarıyı bırak ve o an hemen içine dön ve özünü bul. Orada Rabb’inin rahmetini hissedeceksin…Ve sen sustuğunda huzuru her yerinde hissedeceksin…
      Burada, ikinci kısma bir geçiş yapabiliriz seninle… ( Bu arada umarım okurken sıkılmazsın )
Şu an her neredeysen ve her ne ile meşgulsen bırak…
      Sadece etrafına bir bak…
      Mesela ağaçları izle…
      Yaprakların kıpırdamasını incele…
Yaprağın üzerindeki Allah’ın kıpırda emri olmasa, o yaprak kıpırdayamaz…
Sonra gelip geçen insanlara bir bak…
Yürüyorlar, konuşuyorlar vesaire…
      Rabb’in yürü demese yürüyemezler değil mi? Sus dese konuşamazlar bile…
Her bir nesne ve varlığın üzerinde Rabb’in emri, rahmeti vardır.
      Yanında bir ayna varsa eğer hemen aynaya bakmanı öneririm…
Yüzüne bir bak, elinle burnuna dudaklarına, gözlerine bir dokun…Allah’ın izlerini fark edeceksin ve bunu belki de ilk defa hissedeceksin…ne muntazam bir eser yaratmış değil mi?
      Şimdi Rabb’ini ve farkındalığı çok daha net algıladığını seziyorum.
      İyi ya da kötü, inanan veya inanmayan her insan Allah tarafından yaratılmıştır ve Allah her kulunun yüreğine rahmetini bırakmıştır. Amacım, sende zaten var olanı hatırlatmak. Çünkü o zaten sende var. Bu arada sen, Allah’tan bir parçasın…O, seni kendi ruhundan yarattı unutma…
      Her hareketinde ve hatta her anında O’nu anımsa…Ve unutma ki yaşam boyunca her daim imtihan içindesin ve Allah, başına gelen her sıkıntının ardına muhakkak bir hediye saklar. Sen sıkıntıyı değil, hediyeyi gör…Bak bakalım sıkıntı sana zarar verebilecek mi?
      Hala nefes alabiliyorsan seni Yaratana teşekkür et…
      Farkında mısın? Görüyorsun, duyuyorsun, konuşabiliyorsun ve hissedebiliyorsun… Bunlar sana sunulmuş muntazam nimetler…Tüm bu sahip oldukların için şükretmelisin…Ancak bu sayede onların değerini hissedeceksin… Bu güne dek hiç düşünmüş müydün bunları? İşte Farkındalık burada devreye giriyor.
      Bu arada tekrar yinelemeyi uygun bulduğum bir hatırlatma yapmak isterim;
      Ben ne bir din adamı, ne ilahiyatçı, ne de kişisel gelişim uzmanıyım… Sana dini anlatmak gibi bir niyetim yok, olamaz da…Amacım sadece farkında olman, sen olman ve her neredeysen, o an orada olman!!! Çünkü bedenin her nerede ise, aklın, kalbin ve ruhun orada olamayabiliyor her zaman. Sen pc başında belki de mesleğini icra ediyor olabilirsin…Zihin seni otomatikleştirmiştir ve farkında olmadan yaptığın işi gayet iyi bir şekilde yapabilirsin fakat aklın sürekli başka yerde, sınavlarda, ödemelerde, akşam yemeğinde vesaire…
      Peki şimdi ne oldu? Her ne ile ilgileniyor ve her ne yapıyorsan ondan birşey anladın mı? Yağmurlu bir günde, bir mekana girerken ayakkabılarını ve şemsiyeni dışarıda bırakıp içeri girdin diyelim… Aradan kısa bir süre geçti ve ben sana dedim ki; Şemsiyeni ayakkabılarının sağına mı yoksa soluna mı bıraktın? Ne yanıt vereceksin?…Her gün yürüdüğün yolda hangi mağazalar var desem, cevabın ne olacak? Kabul et ki, her zaman olduğumuz yerde olamıyoruz maalesef. Çünkü farkında değiliz. Çünkü o an orada değiliz…
      Evet…
      Şimdilik burada bir son vermek istiyorum müsadenle…En güzele, en sevgiliye, en yakın dostumun davetine gitmeli ve akabinde hazırlık yapmalıyım…İçim kıpır kıpır oluyor O’na gideceğim, O’nunla buluşacağım her an…Eşsiz bir huzur kaplıyor ruhumu, benliğimi..
      O, kim mi?
      O, Rabb’im…
      Bu güne dek hep Allah’tan korkutuldun değil mi? Allah seni yakar, seni taş keser, günah yazar, cehenneme atar vesaire…Oysa Allah, seni sevgiden, aşktan yarattı. Şimdi sorarım sana, Korkunun olduğu yerde sevgi olur mu? Yakınlık bulunur mu? O halde Allah’tan korkma…O’nu sev, O’na yaklaş ve her daim O’nu hisset.. Allah De, Ötesini Bırak…gerisini düşünme bile….O, her şeyi senin iyiliğin için halledecektir unutma!
      Daima anımsa; İşin Allah’a Kalmışsa, Olmuş Bil !!!
      Tekrar görüşmek dileği ile…
      Dualarım seninle…
      Huzurla kal!!! 

39-

FARKINDALIK TERAPİSİ 2

      Farkında mısın?
Benlik duygusu tamamen egonun seni kışkırtmasıdır. Ego ise şeytanın en sadık hizmetkarıdır unutma. Sen her şeyi ben yapıyorum diyorsun ya, işte burada tamamen bir yanılgıdasın da farkında değilsin.
Niye mi?
Çünkü, yaşamda olup biten her bir şey Allah’ın yüce iradesi ve emri sayesindedir. Sen, her şeyi Rabb’inin izni ile yapa bilmektesin. Buraya dikkat et! Yapmaktasın demiyorum, yapa bilmektesin diyorum. Çünkü yapan sen değilsin, aslına bakarsan yapabilen de sen değilsin. Yapan da, yaptıran da Allah’tır unutma!
Öncelikle seninle benliği aradan çıkarmamız gerekir. Ancak bu sayede gerçeği idrak edebilirsin. Gerçek olanın ne olduğunu mu soruyorsun? Demek ki sen hala dışarıyla ilgileniyorsun dikkat et! Anlamanı isterim ki, tek gerçek Allah’tır, Allah’ı hissetmek, yaşamaktır. O’nu hiçbir şeyden ayrı düşünemeyeceğin gibi, hiçbir olguyu veya düşünceyi de Allah’tan ayrı düşünebilmek mümkün değildir.
Dışarıya değil, içine bak. İçindeki özünü bul ve gerçeği hisset. Yaşama sebebini, hayata gönderilme nedenini idrak et. Zihninin ve akabinde egonun seni yönetmesine izin verdikçe yaşamın bir zindana dönecektir unutma. Sen ruhsal bir varlıksın, zihninin oyunları ile bir yere varamazsın.
Şimdi dilersen seninle benliği aradan çıkarman için küçük bir terapi yapalım;
Her ne yapıyorsan bırak ve beni çok iyi dinle.
Oturuyorsan eğer ayağa kalk ve yürü. Bunu yaparken de; ” Ben yürüyorum…ben yürüyorum…ben yürüyorum.” Diye tekrarlamanı istiyorum.
Şimdi de, varsa bir sandalye veya koltuğa otur ve; ” Ben oturuyorum…ben oturuyorum.” Diye bir kaç kez tekrarla…
Nasıl hissediyorsun?
Üzerinde anlam veremediğin bir ağırlık hissediyorsun değil mi? İçindeki benlik duygusu, sen farkında olmadan tüm negatif enerjiyi senin üzerine çeker dikkat et!
Peki,  bu durumu nasıl engelleyeceğiz biliyor musun?
Dinle;
Şimdi, terapimizin diğer kısmına geçiyoruz.
Biraz önce yaptıklarını farklı bir yöntemle deneyeceğiz…
Yine yürümeye devam et ve bu defa; ” Allah’ın izniyle, emanet beden yürüyor…Allah’ın izniyle, emanet beden yürüyor.” Diye birkaç kez tekrarlamanı istiyorum.
Bunu otururken, konuşurken veya her ne ile meşgulsen onu yaparken de uygulaya bilirsin.
Mesela; ” Allah’ın izni ile emanet beden oturuyor…veya  Allah’ın izniyle emanet beden konuşuyor… Diye tekrarla…
Nasıl? Bu defa da üzerindeki yükün tamamen hafiflediğini hisediyorsun değil mi? Ve hatta için anlam veremediğin bir huzurla doldu senin, hissediyorum. Çünkü, benlik denen o kahredici kavramı alt üst ettin. Çünkü, yapanın da,  yaptıranın da Allah olduğunu idrak ettin, Her ne yapıyorsan, O’nun izni ile yaptığını anladın.
İşte şimdi sen, zihnini, egonu ve en nihayetinde şeytanı şaşırtmayı başardın. Artık o sana hiçbir şey yapamaz. Artık sen, tamamen Rabb’ine amanetsin ve gerçeğin, Rabb’inin farkındasın.
Burada farkındalık çok önemli. Zaten dikkat edersen her şey farkındalıkla başlar.
Nasıl mı?
Dikkat edersen, gün içinde sürekli bir şeyleri yapma ve bir an evvel bir şeyleri sonuçlandırma hali içindeyiz. Bir süreliğine de olsa, şöyle bir durup; ” Şu an bana neler oluyor? Demek aklımızın ucundan bile geçmiyor. Hatta bu durumda ” Kendimizden Uzaklaşma ” halini yaşıyor, fakat ” Kendimiz Olma ” halinden uzaklaştırıyoruz. Ve haliye farkında olamıyoruz.
      Peki, farkında olmak neden bu denli önemli?
     Çünkü, gerçekten kim olduğunu ve hayatında olanların ne anlama geldiğini ancak kendin olduğunda fark edebilirsin. Örneğin, on yıl süren bir ilişkin birden bire bitmiştir ve sana; ” Bu hale nasıl geldiniz?” Diye sorduklarında, sen de; ” İnan, ben de bilmiyorum.” Şeklinde yanıtlarsın. 
      Şimdi senin verdiğin bu yanıta sen, ne kadar inanıyorsun? Seni bilmem ama ben, on yıl süren bir ilişkinin böyle bir anda bitiyor olması bana çok da inandırıcı gelmiyor. Muhakkak ki, ilişki sürecinde bu aşamaya gelene dek bir çok işaret olmuştur fakat hiçbiri fark edilmemiştir.
      Benzer durumlarla karşılaşmamak adına, yapılacak tek şey farkında olmaktır. Farkındalığın  farkında olarak, sadece mevcut durumu ve hayatında olanları değil, ileride olacakları da önceden fark etme becerisi kazanabilirsin. Ama unutma ki, yine de olan biten her ne varsa tamamen Allah’ın izniyle gerçekleşmektedir.
      Haydi, şimdi derin bir nefes al ve bunu yaparken dahi Rabb’ini iliklerine kadar hisset. Bu kez, O’nun farkında olduğunu fark edeceksin !!!
      Dualarım seninle…
 
 
 
 

40-

FARKINDALIK ÜZERİNE RÖPORTAJ.

      Farkındalık Platformu Öncesi Gerçekleştirdiğimiz Bir Röportaj;
- Böyle bir platform düzenlemek nasıl aklınıza geldi?
- Öncelikle belirtmeliyim ki, ben bir din adamı değilim, ben bir ilahiyatçı veya kişisel gelişim uzmanı da değilim. Benim davam sadece Farkındalık! Toplum derin bir uykuda. Gerçekler kendi özlerinde mevcut fakat göremiyorlar ve akabinde kendilerini tanıyamıyorlar. Ben, yapılanın aşkla yapılmasından yanayım. Burada amaç; Önce kendimiz olabilmek, daha sonra kul olabilmek. Takdir edersiniz ki, kendini bilmeyen Rabb’ini de bilmez. Çünkü Allah, kullarının yüreğindedir. Benim görevim bunu göstermek, bunu hatırlatmak  Allah’ın izniyle, İnşAllah…
- Peki, nedir Farkındalık?
- Farkındalık;  Şimdiki ana odaklanabilmek ve şimdiki anı yaşamaktır. Burada anlatmak istediğim, şu an ne yapıyorsanız, o yaptığın şeyin farkında olmanız ve o an orada olmanızdır. Çünkü, yaşam şimdiki anda yaşanır. Fakat, bir çoğumuz için şimdiki anda var olmak, psikolojik anlamda zordur. Gün içinde, çoğunlukla geçmişte veya gelecekte yaşarız ve şimdiki anın, avuçlarımızdan kayıp gitmesine farkında olmadan izin vermiş oluruz. Asıl üzerinde durmak istediğim konu ise, bilmenin size bir şey kazandırmayacağı. Bildiğiniz şeyi yaşamadıkça, hissetmedikçe o bilgi nötr durumdadır. Mesela, ekmeğin sizi doyurduğunu bilirsiniz ve buna eminsiniz, fakat ekmeği yemezseniz doymazsınız ve bir süre sonra ölürsünüz. Şimdi o bilginize ne oldu? Benim görevim, insanlara farkındalığı göstermek ve daha sonra  yaşama sebeplerinin farkındalığını kazandırmak. Farkındaysanız öğretmekmekten bahsetmiyorum, çünkü zaten insanın içinde var olanı ben öğretemem ki, o zaten özünde var. Ben sadece bunu görmelerine vesile oluyorum İnşAllah!
- Nedir insanın yaşama sebebi?
- Allah, insanları ve melekleri kendisine ibadet etsinler diye yaratmıştır. İnsanın yaradılış gayesi kul olabilmek ve akabinde ibadet etmektir. Bunu hepimiz veya bir çoğumuz biliyoruz ama maalesef uygulamıyoruz. Ben hiçbir yazımda veya söyleşimde namazı, ibadeti ve Allah’ı anlatmıyorum. Çünkü benim uzmanlık alanım din değil. Ben, insanların bildiklerini hatırlatmak ve hatırladıklarını yaşamalarını sağlamak için buradayım. Allah’ı bilmek ve ben Allah’a inanıyorum demek yeterli değildir. O’nu yaşamak, aşkla yaşamak ve iliklerine kadar hissetmek gerekir. İşte Farkındalık burada devreye giriyor. Biliyoruz ama farkında değiliz, anlatabiliyor muyum?
- Farkındalık üzerine ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz?
- Bu uğurda, çeşitli gazete ve blog sitelerinde makaleler yazıyorum ve ayrıca seminer, söyleşi ve platformlar düzenliyorum. Katıldığım davet ve açılışlarda ve hatta misafirlikte dahi mutlaka farkındalık üzerinde duruyorum. Amacım, çok daha fazla kitleye ulaşabilmek Allah’ın izniyle. Niyetim, hiç bir ücret talep etmeksizin, sadece Allah rızası için bir kitap yayınlamak. Umarım, bu sayede çok daha fazla kardeşimizin farkındalığın farkına vara bilmesine  vesile olabilirim.
- Günümüz dine bakış açısı nedir sizce?
- Toplum, bu güne dek hep Allah’tan korkutuldu. Allah seni taş keser, seni cehennemde yakar veya Allah asla seni affetmeyecek gibi katı kalıplarla bu yaşımıza geldik, yanılıyor muyum? Bu sayede Allah’tan, dinden ve dolayısı ile ibadetten soğutulduk. Belli bir kesim şükürler olsun ki, ibadetine önem vermekte, fakat bu kesimin de ne yazık ki yine belli bir bölümü bunu  tek düze olarak yapmakta. İbadet, ezbere dualarla veya basma kalıp hareketlerle yapılır hale gelmekte. Oysa, okuduğun duanın ve yaptığın hareketin ne anlama geldiğini bilmek ve bunu bilerek ibadeti icra etmek ne manalı bir idraktir. Hep söylerim; Hissetmediğin ve yaşamadığın şey senin değildir.
- Sizce zihin mi, yoksa yürek mi?
- Bizler ruhani varlıklarız, ahir zamana göçüp giderken yanımızda götüreceğimiz tek şeydir ruh. Yürek ise, ruhun bir yansıması, göstergesidir. Ben Yürek için, ruhun vücut bulmuş halidir diyorum. Zihin, Allah’la kul arasındaki bir perdedir, sizi her daim yanıltır ve bu durum egonuzu besler.Zihninize göre değil de, ruhunuza göre hareket ettiğiniz sürece doğru yoldasınız demektir. Çünkü sizi ruhunuza yönelten, yüreğinizin sesidir. Yeter ki siz o sesi duymak isteyin. Fakat zihnimizin gürültüsünden dolayı bu sesi çoğu kez duyamayız maalesef. Burada dikkat edilmesi gereken bir konuya değinmek istiyorum müsadenizle. Bizler kalplerimizin kırıldığını sanıyoruz ama büyük bir yanılgıda olduğumuzun farkında değiliz. Kırılan kalp değildir, kalp kırılmaz. Kırılan egodur, nefistir. Herhangi bir durum karşısında, zihin bizi haklı çıkarmak için egomuza yönlendirir dikkat edin. Böyle bir durumda dışarıyla bağlantımızı kesip içimize dönersek yani kıranla değil de kırılan yer ile ilgilenirsek ancak bu sayede benliğimizi ve özümüzü buluruz ve doğru hamleyi yaparız.
- Kısaca toplamak gerekirse, bize söylemek istedikleriniz neler?
- Lütfen, nasıl yaşadığınızın farkında olun. Düşünün; Nefes alıyoruz, görüyoruz, duyuyoruz ve konuşuyoruz. Hepsinden önemlisi hissediyoruz. Allah, ne muntazam nimetler sunmuştur bizlere ama ne yazık ki çoğumuz henüz bunun farkında bile değiliz. Hiç bunları düşünmüş müydünüz? Şimdi, kendinize sadece birkaç saniye ayırın ve tüm sahip olduklarınız için sizi yaratan güce, Rabb’inize şükredin, teşekkürde bulunun.
Dua ile…
                                          - SON -      
  
BURAYA KADAR BENİMLE OLDUĞUNA GÖRE, SABIR MAKAMINDASIN DEMEKTİR. VE SABIR MAKAMINA ULAŞTIYSAN, ARTIK DERT ETME. ALLAH, SENİN DERDİNE DERMANI ÇOKTAN VERMİŞTİR. ŞİMDİ SANA, USULCA VE SEVGİYLE BEKLEMEK DÜŞER.
EVET, HER GÜZEL ŞEY GİBİ, BU BİRLİKTELİĞİNDE SONUNA GELDİK. TABİ, ŞİMDİLİK… ALLAH LÜTFETTİ, BEN DE SENİN YÜREĞİNE DOKUNMAYA ÇALIŞTIM, ARACI OLDUM. BENİMLE BİRLİKTE OLAN İNSANLAR ARASINDA TESADÜF YOKTUR, TEVAFUK VARDIR. SENİN BU SON SATIRLARA KADAR BENİMLE BİRLİKTE OLMAN BİR TESADÜF DEĞİLDİ. ALLAH BÖYLE OLMASINI UYGUN GÖRDÜ, ÇÜNKÜ SEN BU DURUMA HAZIRDIN. UNUTMA! ÖĞRENCİ HAZIR OLDUĞUNDA ÖĞRETİCİ GELİR…
 
 
ALLAH’IN SELAMI, RAHMETİ VE BEREKETİ ÜZERİNE OLSUN !!!
DUA İLE…
 
 
©Poweredby farkında mısın?® 2014™
farkindamisinsufi@outlook.com